29 Mayıs 2009

Terminator Salvation (Terminatör: Kurtuluş)


7 Haziran'da vizyona girecek Terminator 4'ü dün öngösterimde izleme fırsatım oldu. Aksiyon ve özel efekt sevenlerin bayılacağı kadar yoğun içerik var. Kurguda ise bin tane "nasıl yani?" dönüyor, ama zaten üçüncü filmde de olduğu gibi artık Terminator'ü ben bir 'rockstar' olarak görüyorum ve bu tatta izliyorum. Dediğim gibi bol bol görsel efekt var. Adam gibi izlemek için iyi perdeli ve güçlü ses sistemli bir sinemada izlemek lazım; DVD falan kesmez. Cevahir Salon 9 gayet başarılıydı bu konuda.



Spoiler olmasın diyecektim ama dayanamadım ipucu vereyim: Arnold Schwarzenegger oyuncu kadrosunda yok ama bir şekilde karşınıza çıkıyor ve o an bir endokrin salgılaması yaşıyorsunuz.

Bu arada pazarlamasında da internet ve bilimum cephe seferber. Türkiye için de özel bir site mevcut: Terminatör Kurtuluş

FF'te de filmi izledikten sonra kafalarda oluşan sorunlu kronolojiyi çözen bir linke rastladım. Tıklayın.

Yukarıdaki fotoğrafı ise şuradan yapıyorsunuz: Terminate Yourself :)

28 Mayıs 2009

Melekler ve Şeytanlar (Angels and Demons)

Dan Brown'ın "Da Vinci'nin Şifresi"nden sonraki ikinci bestseller'ının uyarlamasında Tom Hanks başrolde. Roma için de co-başrol diyebiliriz; Roma ve Vatikan'ın tarihi mekanları çok güzel sergilenmiş. Kitabı okuyanlar, "kitap kadar derin değil" diyor ki mümkün değil. Herhalde "Lord Of The Rings" okumayan kalmamıştır, işte o derinlikte. Ben gayet keyif aldım. Macera tarzı filmler seviyorsanız güzel bir 2,5 saat vaadediyor.


Özet:
Robert Langdon, Illuminati olarak bilinen gizli bir kardeşliğin tekrar ortaya çıktığına dair kanıtlar bulduğunda, bu gizli organizasyonun en büyük düşmanı olan Katolik Kilisesi’nin varlığına yönelik ölümcül bir tehditle yüzyüze gelir. Illuminati’nin durdurulması olanaksız bir saatli bombaya benzediğini öğrenen Langdon, Roma’ya giderek orada İtalyan bilim insanı olan Vittoria Vetra ile güçlerini birleştirir.

24 Mayıs 2009

Bursa Uludağ Üniversitesi

Eskişehir’den Bursa’ya sabahın 6’sında geçtiğimiz için biraz sersemdi kafamız. Neyseki otobüste biraz uyuma fırsatı bulduk. Otogarda bizi Uludağ Üniversitesi İnsan Kaynakları Kulübü Başkanı Kutay karşılayıp doğrudan okula götürünce de şehri pek göremeden soluğu üniversitede aldık.

O kadar Anadolu üniversitesinden sonra, Türkiye’nin en büyük şehirlerinin birinin üniversitesinden de beklentimiz oldukça yüksekti açıkçası. Bu yüzden geniş alanlar, yeşil alanlar arasında yükselen binalar pek şaşırtmadı.

Asıl şaşırtan, 12 kulübün bir araya gelerek, iki hafta süren dev bir Kariyer Günleri organizasyonuna imza atmaları oldu. Üniaktivite Buluşmaları’nda bizi ziyaret eden Mesut, aynı zamanda devam etmekte olan organizasyonun da tanıtımını yapmaktaydı. Kendisi yine aynı sıcaklığıyla üniversitede ağırladı. Eylül’deki İnsan Kaynakları organizasyonuna da davet etti.

Onlarca marka ve konuşmacının ardından, binlerce insanı ağırlayan organizasyon komitesi son gün panayır alanında yorgunluklarını attı diyebilirim. Starbucks’ın kahveleri, First’ün bir türlü çiğne çiğne tadı bitmeyen sakızı ve Ritmpark’ın düm tek’leri ortamı hareketlendirdi. Sponsorlar da kendilerini tanıtmak için alandaydı.

Kulüplerin çalışmalarını ve orada görüştüğümüz arkadaşları, videomuzda bulacaksınız. Akşam bizi tekrar otogara bırakan Nurcan’ın araba sürüşüne hayran kalmamızdan sonra yediğimiz İskender’in de tadı hala damaklarımızda.

Gece yorgunluk atmak için Demet Akalın konserine gideceklerdi; ama bizi İstanbul’da işler bekliyorken dönmek durumundaydık. Çok kalamamamızın acısını Eylül’de çıkaracağız umarım.

15 Mayıs 2009

Eskişehir Anadolu Üniversitesi

Sabahın köründe buluşup 7 treniyle Eskişehir’e hareket etmekten hiç şikayet etmiyorum. Pek de güzel bir tren ve keyifli bir ekiple olunca her yol çekilir. Hele uyunacak kadar rahat koltukları da varsa gidilen aracın, ara ara tatlı tatlı şekerlenir; Oh mis!

Bilmiyorum tüm trenler bu kadar iyileştirilmiş mi; ama Eskişehir Ekspresi için TCDD’ye sevgiler sunuyorum buradan. Bir sevgi de, indiğimizden itibaren İtalya tadı veren Eskişehir’in belediyesine…

Şehir merkezindeki, modern tasarımlı (hani İKEAvari diyeyim) Grand Namlı Hotel’imize (ki pastırmacı dükkanıyla başlamış büyümüş bir başarı hikayeleri varmış) yerleşmenin ardından Anadolu Üniversitesi’ne yollandık. Bu arada ben de İkinci Üniversite hadisesiyle burada Açıköğretim Halkla İlişkiler okumaktayım. Bu kimlikle okula giriş çıkışım serbestmiş. Zaten görevli olmanın lezzetiyle kimliğimi unutmayı umursamama da gerek kalmayınca okulun tadını çıkarayım dedim.

Herkesin söylediği, Eskişehir’i üniversitelerin geliştirdiği. Oldukça modern, düzenli binalar, güzel insanları ve devasa Anadolu Üniversitesi ile Eskişehir’in büyükşehirler arasındaki sıralamasının epey üstlerde olmasına şüphe yok. Okulun kendi havaalanı bile var yahu daha ne olsun. Bu havaalanında da Mor ve Ötesi gece konser verecek. Ama önce Koçfest festival alanı etkinlikleri var.

Eskişehir’de okuyanlar alanda genelde “cool” takılıyor. Öyle pek bir oynayalım, dağıtalım modeli yok. Okul içindeki Migros’ta bira satılıyor; ama ulu orta içmek güvenliğin müdahalesine sebep oluyor. Yine de millet çayır çimen, çalı çırpı arkasına sotelenmiş vaziyette götürüyor :)

Şu açıköğretim hadisesiyle ilgili de ilginç bir şeyler öğrendim: Maddi durumu uygun olan bazı AÖF öğrencileri, öğrencilik hayatı yaşamak için şehre yerleşiyormuş ve bunların sayıları epey fazlaymış. Zaten kimlikleriyle okula girebiliyorken bir de izin veren hocaların derslerine de dalmak suretiyle bu tatmini fazlasıyla yaşıyorlarmış. Ama kiraları yükseltmeleri sebebiyle örgün öğretim öğrencileri bu durumdan pek de hoşnut değil gibi.

Gecenin köründe sokakları dolaşırken 4’e kadar açık mekanlar vardı. Porsuk dedikleri bölgede Avrupa’dan örnek alınmış bir sürü süper köprü var. Işıklandırmalar da atmosferi güçlendiriyor. Kızlı erkekli gruplar istedikleri gibi, istedikleri saatlerde güvenlik endişesi duymadan sokaklarda takılıyor; medeniyet dediğin böyle bir şey.

Sevdim ben Eskişehir’i. Çiğ Börek’i de sevdim. Ama çatal bıçak vermiyor Papağan’dakiler. Boza da güzel. Afiyet bal şeker olsun yiyip içenlere. Ara ara gelmeli, bir tren uzaklığında çuf çuf…

5 Mayıs 2009

Adana Çukurova Üniversitesi

En baştan söylemek istiyorum: Adana’ya gidecek varsa aç gitsin! Rejim yapıyorsanız, sakınınız :) Süper lezzetli kebaplar, çıtır çıtır tatlılar, ciğercisi, künefecisi… Yazık yani size. Özellikle deniz sezonunun açılmak üzere olduğu şu günlerde, fena bir darbe oldu formuma :)

Neyse efendim, bu konuya tekrar döneceğiz; ama asıl olayımız Adana Çukurova Üniversitesi. Yine geniş, düzenli, ferah, yeşillikler içerisinde bir üniversite olmasına artık pek şaşırmıyorum. Buranın farkı, kalabalığı ve daha çok bir şehir görünümünde olması. İçeride her şey var öğrenci için: bankalar, kafeler, yurtlar, kütüphaneler, spor salonları… Starbuck’s bile gördüm Allah sizi inandırsın :)

Kültür Müdürlüğü’nde görüştüğümüz Bülent Bey, bizi gayet sıcak karşıladı. Üniversite kulüplerini yönlendirmede ve Çukurova’nın Üniaktivite’de daha çok yeralması konusunda tam destek vereceğini belirtti. Kendisine bir teşekkür de buradan edeyim.

Adanalı arkadaşlarımdan havanın hep güneşli ve sıcak olduğunu defalarca duymuşken, yağmur ve şiddetli rüzgar epey şaşırtıcı oldu. Üç dakika yağıp geçen, kafasına göre çiseleyen yağmur sayesinde öyle bunaltıcı bir sıcak da yaşamadık. İkinci gün epey sıcak olacaktı ki, şu an dönüş uçağında yazıyorum bu metinleri.

Bu arada Türk Hava Yolları! Sesimi duy. Akşam uçuşlarında verdiğin zeytinyağlı salata seçeneğini, sabah kahvaltısına da koy. Kahvaltıda da salata yeyip Adana kebaplarıyla yaşadığım büyük aşkın ızdırabından kurtarmama merhem olsun :)

Yağmurlar ve rüzgar sebebiyle olsa gerek pek kalabalık yoktu gündüz. Akşama doğru biraz hareketlendi Koçfest. Karaoke ve dans yarışmasında artan kalabalık Ritmpark konserinde zirveye ulaştı. Spor Salonu’nda Mor ve Ötesi konseri de her zamanki gibi coşkulu geçti. Ama kalabalık diğer üniversite şenliklerindeki kadar çok değildi. Konser sonrası şiddetini arttıran yağmur, organizasyon ekibine epey zorluk yaşattı.

Adana’ya gitmişken on yıl gibi bir tarihi olmasına rağmen, Türkiye ve Orta Doğu’nun en büyük camisi olan altı minareli Sabancı Cami’ne ve hemen yanındaki Arkeoloji Müzesi’ne de uğradık. Müzenin gelişmesi ve varolan eserler konusunda daha fazla bilgilendirme yapılması gerekiyor; yine de gezmeye değer.

Bir sonraki duraklarımız Perşembe Eskişehir Üniversitesi ve Cuma Uludağ Üniversitesi…

Üniaktivite Buluşmaları İstanbul

Ev sahibi olmanın verdiği sorumlulukla, erkenden Üniaktivite ofisinden çıktık ve Profilo Alışveriş Merkezi’nde Üniaktivite temsilcileriyle buluştuk. Genel gidişatı konuştuktan sonra hazırlıklarımızı tamamladık ve üyelerin gelmesini beklemeye başladık.

Sağolsun ana sponsorumuz Mynet bize gayet şık yaka kartları hazırlamış. Tanışmayı kolaylaştırmak ve “ah benim isim hafızam pek zayıftır, adın neydi?” diyaloglarını bertaraf etmek için bunları da yakalarımıza taktık.

19:00’a doğru insanlar gelmeye başladığında, biz çoktan Schiller’s’in lezzetli kahvelerinin ilkini bitirmiştik. Ama o elde tutulmayan –sıcaktan dolayı-, uzun meyve suyu bardaklarıyla kahve içmek hiç keyifli değildi. Cık cık, mekana da söyledim; düzeltiniz azizim olmuyor böyle :)

Sakarya Üniversitesi’nden, Uludağ Üniversitesi’nden bile gelen yeni arkadaşlarımız oldu. Tanıştık, muhabbetler ettik. Belki yeni iş birliklerinin temelleri atıldı. Aramızda AU Danışmanlık, Coproline, Genç Gelişim Dergisi gibi şirket temsilcileri de vardı. Öğrencilerin sorularını yanıtladılar, kulüplere destek sözleri verdiler.

Yıldız İşletme Kulübü’nden Şevket Kariyer Günleri, Yılın Yıldızları, CVni güncelle, Ekmek Arası Kariyer aktiviteleri anlattı. Yine Yıldız’dan Samet ve Mert, Kalite Verimlilik Kulübü’nü tanıttı. Kırka yakın yıllık aktivite ile gerçekten takdiri hakketiyorlar. O gün bile iki söyleşiden çıkıp gelmişlerdi.

Emrah, Sakarya Üniversitesi Endüstri Kulübü faaliyetlerinden bahsetti. Deneyimlerimiz Endüstri Mühendisleri, 11 hafta boyunca sürmekteymiş. Üç günde 3500 kişilik yoğun organizasyonlar yapıyorlarmış.

Marmara Üniversitesi’nden Melih, şu sıralar yoğun olarak çalıştıkları Thinker & Talker aktivitesinden bahsetti. Dört gün boyunca gündüz eğitim, gece eğlence şeklinde sürecek Marmara Community organizasyonunun biletleri de Üniaktivite desteğiyle Biletix’te.

Uludağ Üniversitesi’nin dört yıllık kıdemli üyesi Mert, yoğun programlarından bahsetti. Önümüzdeki hafta kendileriyle Bursa’da detaylı olarak görüşeceğiz. O zaman tekrar aktarırım.

İTÜ Yapısal Tasarım ve Yarışma Kulübü’nden Görkem ve İbrahim de faaliyetlerinden bahsetti. Bu sene 4-5 Mayıs’ta yaptıkları seminer organizasyonu rektörlüğün de isteğiyle şenliklerle birleştirilmiş. Böylece sabah seminerlere katıldıktan sonra akşam Manga ve Tarkan dinleyebileceğiz harika bir organizasyona imza atacaklar.

Son röportajdan sonra kameranın şarjı bittiği için maalesef daha fazla arkadaşla röportaj yapamadım. Ama ilerleyen zamanlardaki buluşmalarda -söz- daha tedbirli olacağım :/

Ankara buluşması da 2 Mayıs’taydı. Ben gidemedim. Güray Bey’den aldığım bilgiye göre, o da gayet keyifliymiş. Umarım bir sonrakine gitme şansım olur.

Önümüzdeki buluşmanın gündemi “Bilişim”. Bilgi ve iletişim dünyasıyla aslında hepimiz ilgiliyiz. En nihayetinde Üniaktivite’yi takip ediyorsunuz :) Bu yüzden başta Bilişim Kulüpleri olmak üzere gelmek isteyen herkesi bir sonraki buluşmaya bekliyoruz.

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi

Geçtiğimiz hafta, 1 saat 15 dakikalık uçuş sonrası Samsun’a vardık. Şehir merkezindeki Vidinli Hotel’e yerleşip sahilde şöyle bir tur attım.

Şehir, İzmir’in kordonuna sahip Ankara gibi geldi: O derece düzenli, o derece geniş caddelere sahip ve denize nazır! Belediyenin burada iyi iş başardığını sezmemek olanaksız.

İnsan kalabalığı ise çok daha az. Özenli mimarisi, her yerde bulunan ve Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı yer olduğuna işaret edilen heykelleri, görselleri, anıtları ile Türkiye’deki favori şehirlerim arasına girmeye aday.

Geleneksel Karadeniz Pidesi’nin enfes tadına baktıktan sonra Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nin yolunu tuttuk. Artık iyiden iyiye Anadolu Üniversiteleri öngörüm yıkılmış durumda. Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Karadeniz’in yeşilliğinden ve deniz havasından faydalanılan devasa bir alana kurulmuş. İçindeki modern hastanesiyle de halka hizmetini de sürdürüyor.

Öğrenciler çok sıcak kanlı, hareketli. Ritmpark konserinde, daha önce hiçbir yerde görmediğim bir manzarayla karşılaştım. Beşyüz kişiye yakın bir topluluk, onlu yirmi gruplar halinde toplu halay çekiyor, horon tepiyor, kolbastı (son dönem modası) yapıyordu.

Kantin fiyatları İstanbul’u aratmıyor. Lezzet de pek ahım şahım değil, sabahki restoran yanında. Neyseki akşam yemeğinde süper ucuz, ama bir o kadar da lezzetli bir yer buluyoruz. Adanalılar kızmasın ama Adanalı bir arkadaşım, burada Adana kebabının yerinden daha güzel olduğunu söyledi. Bakalım, 30 Nisan İstanbul’dan sonraki durağımız 4 Mayıs Adana Çukurova Üniversitesi.

Erdem Genç

4 Mayıs 2009

Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar

İşte kadınların gitmemesi gereken bir film: "He's Just Not That Into You". Sebep? Birçok sırrımızı ifşa ediyor azizim :) Mathah bir film mi? I ıh. Romantik komedi bile değil. Ama öğretici. Oyuncu kadrosunda da cicili bicili ablalar var. Hele Scarlett Johansson'ın bir sahneleri var ki... Oy oy :) Ben Affleck'e de ilk defa gıcık olmadım, cici bir rolde.



PS: Epeydir sinema yazamamıştım yoğunluktan. Gerçi çok da dikkate değer film çıkmadı. İstanbul Film Festivali güzeldi; ama yazsam da yakalayamazdınız diye es geçtim. Vizyona giren olursa değinirim. Eskişehir'e gittiğimde, orada da bir film festivali varmış. Bir uğrayayım bakalım.

3 Mayıs 2009

Bodrum Bodrum

“Nasıl anlatsam? Nerden başlasam?” diye başlayan MFÖ’nün unutulmaz parçasının esin kaynağı Bodrum’daydım geçtiğimiz hafta. Liderlik, Deneyim ve Olanak Yaratma’nın kısaltılmasından oluşan, uluslarası Lions örgütünün, 28 yaşın altındakilere özel oluşumu olan Leo ile birlikteydim.

Leoların tamamı üniversite öğrencisi veya mezunu. Yılda iki kere tüm Türkiye Leo’ları “forum” denilen organizasyonlarda bir araya geliyorlar. Genel olarak eğlenirken kendilerini geliştiyorlar ve topluma “hizmet” ediyorlar. Bunu da genellikle doğrudan bağış olarak değil de bizzat kendileri çalışarak yapmayı tercih ediyorlar. Örneğin bir okul boyanacaksa, Leolar kolları sıvıyor ve badanalamaya başlıyorlar (yazması söylemesinden kolay :). Ya da bir kütüphane kurulacaksa, önce bağış kampanyasıyla kütüphane topluyorlar, kitaplıkların oluşturulmasından yeni kitapların seçilip alınmasına her aşamada yeralıyorlar.

Maddi kısım ise genellikle “gelir getirici aktivite” dedikleri çalışmalarla oluyor. Partiler, film gösterimleri, konserler gibi eğlenceli etkinliklerle topladıkları paralar yukarıda bahsettiğim işlere harcanıyor.

Dediğim gibi yılda iki kere toplanıyorlar: Birinin adı Forum, diğerininki Preforum. Preforum genellikle yılsonuna doğru oluyor ve asıl Forum’a hazırlık niteliğinde adlandırılsa da, kendi çapında efsaneleşmiş organizasyonlar var. Örneğin bu yılki, Kasım ayında Gaziantep’te yapılacak.

23-26 Nisan arasında gerçekleşen Forum Bodrum için Turgutreis’teki La Blanche Hotel seçilmişti. Aslında forumun 22’sinde başladığı da söylenebilir; çünkü “forum otobüste başlar” diye bir deyişleri var. Gece 9’da başlayan yolculuk epey şen şakrak geçti ve yorulan bünyeler son deparını vapurda turlamayla attıktan sonra yavaş yavaş otobüse bir sessizlik çöktü.

Öğlene doğru otele varılmasıyla (e mesafe uzun, bir de yolda alınan içecekler sayesinde verilen bir sürü mola da olunca yol zaman aldı tabi :) odaya yerleşen herkesin kazınan midesini bir yemek telaşı sardı. Yemeğin ardından dağıtılan Atatürk fotoğrafı baskılı tişörtlerle, Lions’ların da katılımıyla Atatürk Meydanı’na marşlı coşkulu bir 23 Nisan yürüyüşü gerçekleştirildi. Çok güzeldi.

La Blanche Hotel, Bodrum'un geleneksel evlerinin mimarisini beş yıldız otel konseptiyle birleşiyor. Ortasında da 200-250 metrelik uzunca bir de havuz var. Herşey dahil konseptini –hele ki sen buna yabancı içkileri dahil etme gafletinde de bulunmuşsan- en başta ben olmak üzere tüm katılımcılar dört gün boyunca su istimal etti. Ama içkilerde komik bir hadise vardı: Her ünlü markanın şişesi, tasarımı, hatta fontu bile aynı olan "çakma"sı :) Örneğin Bailey's yerine Holiday's, Malibu yerine Tropica... Lezzetleri de şişeler kadar başarılı olduğundan pek şikayet eden yoktu.

Geceleri diskoydu, karaoke partileriydi; gündüzleri havuzuydu, spasıydı, Türk kahvesi keyfiydi derken günler çabucak ilerledi. Ayrıca gün içinde yapılan atölye çalışmaları (aikido, dalgıçlık, mutfak...), Leolympics denilen spor yarışmalarıyla dolu dolu zaman geçirdik.

Üçüncü günün gecesi, gala gecesiydi ve T Band sahne aldı. Yerli yabancı birçok parçayla dinleyenleri coşturdular. Eğlenceyle geçen dört günün sonunda ise herkesin yüzünde mutluluk vardı. Farklı üniversitelerden, farklı şehirlerden gelen yüzlerce Leo, birlikte oldukça keyifli günler geçirmiş; mini tatilin tatlı yorgunluğuyla otobüslere binerek evlerinin yolunu tutmuşlardı.

PS: Otobüsler de epey keyifli geçiyor. "Kaç koyun?", "Vampir ve Köylü" gibi eğlenceli oyunların yanında "Sayko" gibi oyunlar hakikaten insanları "saykoya" bağlatıyor :)