27 Aralık 2006

Yeni Yıl Öncesi Elf Oldum

Sonunda elf olarak cümle aleme kendimi madara ettim. Buyrun izleyin: ELF ERDEM

24 Aralık 2006

Swiss Hotel'de Henkel Yılbaşı Kutlaması

Geçtiğimiz Cuma, Ritmpark ile süper keyifli geçen bir eğitlence (eğitim+eğlence! :) daha oldu. Gündüz Henkel'in K-12 Best Team'ine eğitim verdik ve akşam perküsyonda Gencer Arı, klavyede Genco Arı, bas gitarda Deniz ile beraber sahne aldık. Klasik latin parçalarının çalındığı gecede taze müzisyenlerin ilk sahne heyecanı görülmeye değerdi.

19 Aralık'ta da Antalya Kervansaray Hotel'de Sanovel İlaç için güzel bir Ritmpark Workshop çalışması yaptık. Ocak'ta yine Antalya'dayız.

Metal Monster da boş durmuyor ve dün Metal Monster Konserleri #666'yı düzenledik. Cruor Ignis ve Oblivious'un sahne aldığı geceyi Murder King tamamladı ve gayet keyifli bir gece oldu.

7 Aralık 2006

TREND SHOW' 07 .:: 7-10 Aralık 2006'da Buluşalım! ::. GENÇLİK FESTİVALİ

Önümüzdeki dört gün Ritmpark olarak Trend Show'da Akbank Exi26 standındayız. Ayrıca ana sahnede de performans göstereceğiz.

Salı günü ise Kadir Has Üniversitesi'ndeyiz yine Ritmpark olarak. Ayrıca Itri İmanlı Etno Müzik Orkestrası da aynı gün ücretsiz bir konser verecek.

Dream Dergi

Şubat ayından itibaren Dream TV'nin dergisi Dream dergide yazmaya başlıyorum. Rock, heavy metal, üniversite ve etkinlikler ağırlıklı yazacağım. Hadi hayırlısı...

5 Aralık 2006

Portatifleşin: USB Diskinizde Tüm Gerekli Programlar Bulunsun!

PortableApps.com diye bir olay çıkmış. USB diskinize kuruyorsunuz ve gerekli tüm programlarınız yanınızda! İçinde OpenOffice.org'dan Firefox'a, virüs programından medya oynatıcısına birçok yazılım mevcut. Üstelik tamamı ücretsiz!
Üç versiyonu bulunan programın biri yaklaşık 1 MB kaplıyor; çok temel programlar var. Bir diğeri 256 MB'lık bir alan istiyor. 512 ve üstü isteyen programda ise tümü var.
PortableApps Suite - Download Now
Bu fırsatla OpenOffice'i de inceleme olanağı buldum. Sun bu işte gayet başarılı ve bildiğimiz Microsoft Office'e karşı -özellikle bedava olmasıyla- büyük bir rakip olacağa benziyor. BSA'nın yazılım denetimini sıklaştırdığı şu aralar özgürce OpenOffice'e geçilebilir.
Zaten şu an dahi kullandığım internet tarayıcısı Firefox 2.0 da portatifleştirilmiş. Bunun yanında diğer Mozilla güzellikleri mail programı Thunderbird ve organizer Sunbird de portable. Sıkıştırma, virüs, indirme ve Sudoku gibi programlarla birlikte, artık başka yerlere gittiğinizde de istediğiniz gibi çalışabileceğe benziyorsunuz.
Ben 512 MB USB diskime kurdum. Önceden içinde 200 MB'lık bir bilgi vardı. Güncelleme ve kurulumları da yapınca 40 MB kadar bir yer kaldı. Bu yerleri My Music, My Pictures, My Videos gibi Belgelerim klasörleri olarak da kullanmak isteyebileceğinizi düşünürsek GB seviyesinde veri alanı ihtiyacı kaçınılmaz olabiliyor.
Bu arada yalnızca USB değil, size bu alanı sağlayan her türlü Windows mecrasına (iPod, flash kartlar, mp3 player, fotoğraf makinesi...) programları kurabilirsiniz. Elbette en pratiği USB disk.
Biz Melih'le bunun çok daha gelişmişini hayal ederdik. USB diski taktığımızda tamamen bizim bilgisayarımıza dönüşecek bir sistem düşünürdük. PortableApps bunun çok da uzak olmadığını gösterdi. Google'dan bu veya daha ötesi (internetten login olarak çalışan) bir işletim sistemi bekliyoruz açıkçası :)

30 Kasım 2006

SmartPRO Spam Akademisi

SmartPRO Spam Akademisi
İnsanı Bilişim'den Soğutan Bilişim Firması
SmartPRO'dan geçtiğimiz yıl bir eğitim teklifi almıştım. Bu şekilde mail adresim ve cep telefonum ellerine geçti. Ayrıca bir diğer mail adresimi de bir fuarda çekiliş için vermiştim. Vermez olaydım.
Bir yıldır sürekli spam mail ve spam sms atmaktalar. Bu can sıkıcı maillerin hiçbirinde de listeden nasıl çıkacağıma dair bir telefon yok. Belirtilen info@smartpro.com.tr adresine defalarca mail atmama, 0216 338 55 66 numaralı telefonu defalarca arayıp listelerinden çıkmak istedimse de bir türlü yapmadılar. Bugün yine bir çöp mailleri geldi. Çareyi Şikayetvar'da arıyorum, umarım bu sefer etkili olur.

Ama açıkça söylemek isterim ki, SmartPRO insanı kendinden de, bu tarz eğitimlerden de soğutuyor. Başka hiçbir yerde olmayan çok özel bir eğitim de verseler, asla gitmeyi düşünmüyorum; böyle bilişim etiğinden uzak bir firmadan bilişim eğitimi almayı da kimseye tavsiye etmem.


En son çöp mailleri şöyle:


Bilişim Sektörünün Öncüleri ile Buluşun!
Right-click here to download pictures. To help protect your privacy, Outlook prevented automatic download of this picture from the Internet.
Right-click here to download pictures. To help protect your privacy, Outlook prevented automatic download of this picture from the Internet.
Right-click here to download pictures. To help protect your privacy, Outlook prevented automatic download of this picture from the Internet.
Bilişim sektöründe kariyer mi yapmak istiyorsunuz? Peki, sektörde ne tür fırsatlar var? Kariyerimizi daha hızlı bir şekilde geliştirmek için neler yapmak, neler bilmek lazım? Nasıl öne geçeriz, ve nasıl daha fazla tercih edilen bir profesyonel oluruz?

Gelin, sizi sektörün öncüleri ile buluşturalım. DHL Express Türkiye Faturalandırma Projeler Müdürü Alpay Utku düzenlenecek seminer kapsamında, katılımcılarla yazılım projeleri, veri ambarları, kurumsal raporlama ve iş zekası konularında uzmanlığını paylaşacak, kariyerinize ışık tutacak.

24 Kasım 2006

HIQ BLUETOOTH HEADSET


Güzel tasarım. Fikir de güzel, Pocket PC'mden ya da cep telefonumdan adam gibi stereo müzik dinleyebileceğim, değil mi? Öyle değilmiş. En az iki Bluetooth sistemi olmalıymış cihazımda. Çalışmadı gül gibi i-mate Pocket PC'de. İade ettim. Sony Ericsson P900 - P800 gibi pdaphone'larda sorunsuz çalışıyormuş. Sadece telefonla görüşebildim, onda da sesimi iyi alamadı mikrofon. Müzik dinleyemedikten sonra bu koca şeyle dolaşılmaz zaten.

11 Kasım 2006

YTURock ile Kral TV Konuşarock programındaydık

Dün gece, Kral TV'de yayınlanan Konuşarock programına YTÜRock olarak konuktuk. Bizden yayınlanmak üzere 3 dklık bir tanıtım videosu istediler. Hazırladığım ilk video RTÜK engeline gençlere kötü örnek olduğu için (bar, ilk, rock'n'roll ;) takılabileceği için bir video da hazırlamam gerekti. İlk videoyu şuradan izleyebilirsiniz:



İkinci hazırladığım video ise dün yayınlandı ve ardından eski başkanı olarak, kulübü temsilen programda konuştum. Oldukça keyifliydi. YTÜRock'ın tanıtımı açısından da faydalı olmuştur diye düşünüyorum. Dün yayınan video ise şöyle:



Bu video ile KRAL TV tarihinde ilk defa programda HEAVY METAL çalındı! Hem de MANOWAR'dan WARRIORS OF THE WORLD UNITED!

Bugün de the exploited konseri var. Punk'ın dibine vuracağız! :)

9 Ekim 2006

TRUST MI.2600MP USB MICRO MOUSE

TRUST MI.2600MP USB MICRO MOUSE
Efendim şimdi benim hatunun notebook'unda kullanmak üzere bir mouse lazım oldu. Tabi ki bana sorsanız ya masaüstünde kullandığım sekiz tuşlu, 1000 DPI kocaman A4 Tech mouse'u ya da laptopta kullandığım yine kocaman Microsoft optik mouse'u öneririm. Mouse dediğin rahatça kullanılacak. Öyle notebook mouse'u diye mini mini mouselar alıp parmak ızdırabı çekemem. Zaten büyük mouse olsa ne olur, laptop çantasının bir köşesine atılır... Dedim anlatamadım...
Hanımefendi pek narin, pek zevkli. Hem küçük hem de çok güzel bir mouse almalıydım. Aradığımı Teknokolik Harbiye'de buldum. Benim iki dolma parmak mouseu kaplıyor, geri kalan parmaklara hareket özgürlüğü, değil mi? Hayır değil :) En azından ben çok rahat etmedim. Ama ince parmaklılara, özellikle bayanlara çok uygun olabilir.
Bir de suni deri yine mini minicik bir kılıfı var. Çok hareket ettirmeden ekranın her yerine ulaşıyor. Grafik çalışılmaz tabi ama mobilde sizi çok rahat ettirir. Fiyatı da uygun 17 YTL (10$ + KDV).

23 Eylül 2006

Rhythms of Istanbul // 22-23-24 Sep'06 by JCI Istanbul


Rhythms of Istanbul, Türkiye'de Genç Müteşebbisler Derneği adıyla faaliyetlerini sürdüren JCI'ın (Junior Chamber International - Worldwide Federation of Young Leaders and Entrepreneurs) her sene gerçekleştirdiği bir proje. Bu projede yerli yabancı onlarca JC, İstanbul'da buluşuyor.
Biz de bu seneki organizasyona hem organizasyon anlamında hem de sponsorluk anlamında dört markamızla katkıda bulunduk.

Music & Media Sponsors


M3 Works, Gençpark, Itri Music ve Ritmpark olarak organizasyondaki yerimizi aldık. Rhythms of Istanbul adında Itri İmanlı ve ritmpark müzisyenlerinin kaydettiği bir "original sound track" albümü yaptık. Albüm kapak tasarımı ise bendeniz gerçekleştirdim.

Dün önce İş Bankası'nın İş Kuleleri'nde TOYP (Türkiye'nin En Başarılı On Genci Yarışması) kokteyli sırasında stand açtık ve Rhythms of Istanbul cdsini tanıttık, cd kokteyl boyunca çalındı. Ardından tüm JC'lerle birlikte Reina'daki özel partiye gittik.

Bugün ise The Marmara Hotel'de Itri İmanlı Etno Müzik Orkestrası ve Ritmpark konserlerini gerçekleştireceğiz. Ardından benim organize ettiğim Blanco'daki partiye geçeceğiz.

15 Eylül 2006

ritmpark | interaktif ritm projesi

ritmpark | interaktif ritm projesi
M3 Works ve Itri Müzik Merkezi ortak projesi olan Ritmpark oldukça keyifli ve başarılı geçmeye devam ediyor. Bu hafta bir hayli yoğunuz. Cumartesi günü Bursa'ya gidiyoruz. Gece dinlenip Pazar günü Cafe De Paris'te (Bursa'nın en lüks kafelerinden biriymiş) Tommy Hilfiger brunch'ının Ritmpark workshop'ını yapıp dönüyoruz. Cuma günü ise Adana'da yeni bir Tommy Hilfiger mağazası açılışındayız. Cumartesi, İstanbul'da The Marmara otelinde JCI'ın Rhythms Of Istanbul etkinliğinin gala gecesindeyiz. Ayrıca gala gecesinden sonra Blanco'daki partiyi de ben organize ediyorum. Ne güzel bir iştir bu :)

13 Eylül 2006

NEOVO F-417 (R12) 17" LCD MONİTÖR 4MS SİYAH

Geçenlerde dedim çift monitör olayına gireyim, notebook'a bir monitör daha ekleyeyim. Vatan'da da kampanya varmış bu Neovo 17" monitörler en uygun fiyata (CardFinans'a %8 ekstra indirim var) satılıyor. 173,88$+KDV'ye LCD monitör.

Eskiden çok pahalılardı. "CRT alırım, ne var ki" diyordum. "Arkası geniş olsun, yerim var sonuçta". Şimdi ofis ortamı olunca o kadar büyük yeriniz olmuyor. Olsa da LCD, tam düz ekran, parlak görüntü ve moda. Fiyatlar da uygun olunca tercih edilebiliyor.
LCD monitör alırken nelere dikkat etmeli bir araştırayım dedim. Boyut bir kere çok önemli. 17" alalım madem, notebook'lar bile 15" biraz daha büyük olsun. Hem 19" çok da farklı gözükmüyor. Erişim süresi önemli. Ne kadar düşük o kadar iyi. Piyasada 16 ms'den, 2 ms'ye kadar ürünler var. Neovo 4 ms ile çok iyiler arasında. 16 alan yoktur artık herhalde (Sony'nin ucuz bir modeli satılıyor 16 ms'de.). Max çözünürlük önemli. Ama zaten genelde 1280x1024 @ 75 Hz. Bazı çok ucuz modellerde bu 1024x768 (ör. Inca) aman dikkat. Bir de yenilenme hızı da önemli. 75 Hz iyi, daha üstü de güzel olur aman 60 falan olmasın. Parlaklık olayı var ki ya ofis işlerinde gözünüzü alır, notebook'tan geçiyorsanız; ya da ne kadar iyiyse film izlerken o kadar mest olursunuz. 250 cd/m2 ve üstü yeterli. Ama bunun 300 ve üstünü de gördüm. Son faktörümüz ise kontrast. 500:1 yeterlidir sanırım. Neovo'da 550:1. Bunun 700'lükleri de var. LCD TV'lerde ise daha yukarılara doğru gidiyor.
Bir de çıkışa dikkat etmemiz lazım. Analog çıkışlar bildiğimiz VGA çıkışlar. Şimdi bir DVI çıkış modası var, dijital oluyor. Daha kaliteli görüntü; ama ilk bakışta pek hissedilmiyor. Neovo'da yok. HD Ready (Yüksek Çözünürlükte Yayınlara Hazır) özelliği de, ileriyi düşünüyorsanız önemli. Şu an bir fonksiyonu yok. Sadece Microsoft'un sitesinden biraz demo indirip self-mest olabilirsiniz :)
Neovo'da yok bu da.
İzleme açımız da önemli. Eğer bu düşükse (ör. Inca'larda 80-60 derece) monitörün tam karşısından biraz saparsak göremeyiz. 180'e yakın dereceler önemli. 150-160 yeterli.
Velhasıl kelam, monitörü aldım. İlk defa LCD kullanıyordum mest oldum. 60Hz standart ayarı, 1280x1024 çözünürlükte 75 Hz'ye çıkardım (ki bu LCD olayının kötü yanı mıdır nedir, tavsiye edilen çözünürlükten düşük çözünürlüklerde hoş görüntü elde edilmiyor. Notebook'lardan bilirsiniz). Beyaz fonda baktım ölü pixel de yok (bu arada ölü piksel garantisi oluyor bazı markaların. Neovo'da 30 gün). Kullanmaya devam ettim. Çok da memnundum. Ta ki siyah bir ekranda o zalim kırmızı ölü pikseli farkedene dek.
Ben bir ürün alırsam, o ürün kusursuz olmalı. Para kolay kazanılmıyor; ödediğimi haketmeli. Arkadaşımla da konuştum, "ucuz markalarda çıkar bu sorun" dedi. "Dünya'da iki LCD üreticisi var: Samsung ve Philips. Onlardan al" dedi. Zaten ben niyeti bozmuştum bir kere. Hemen iade faturası kesip götürdüm ürünü. Haklı bir nedenim de vardı zaten. Ama merak etmeyin 8 gün içinde herhangi bir neden olmaksızın herhangi bir satın aldığınız ürünü iade edebilirsiniz.

Neovo'yu sevmiştim. Tasarımı da güzeldi, performansı da. Ama arkadaşımın dediği gibi "bütün LCD'ler böyle zaten".

Şimdi son dönemlerin modası Widescreen bir LCD sipariş ettim 19" Samsung. Bakalım onun performansı nasıl olacak. DVI'si de var HD'si de ready.

11 Eylül 2006

Mentos Çılgınlığı

Mentos Çılgınlığı
Hepimizin Youtube'larda izlediği, mail listelerde linklerini gördüğü Mentos ile kolanın karışınca aşırı fışkırması videoları olayının ününün fısıltı gazetesiyle yayılmasını/kulaktan kulağa/dilden dile/ağızdan ağıza [:)] dolaşmasını fırsat bilen Türkiye yetkilileri (yurtdışında yapıldı mı bilmiyorum, sanmıyorum da) bunu kullanarak Mentos Çılgınlığı adında bir yarışma açmış. Bu yarışmada Mentos ile kolayı karıştırıp video gönderiliyor ve arasından ilk on seçilip BenQ telefon hediye ediliyor.

İnsanlar "Bu olay midemde olursa halim nice olur" diye durumdan korkup Mentos almazken, Mentos'un bunu kullanmaya çalışması, bu korkunun daha geniş kitlelerce bilinmesine yol açıp olumsuz sonuçlar doğurmaz mı? Bence toparlamaya çalışacakken üstüne gitmez gereksiz bir davranış olmuş.

1 Eylül 2006

Rock'n Coke


Rock'n'coke'tayım üç gün boyunca! Ritmpark olarak Procter&Gamble Türkiye'nin P&G Fun & Rhythm standının ve festivalin ritmini tutacağız :)

Geçen hafta Barışarock'taydık ve müthiş eğlendik. Biletlerini Beleşix'ten alan, özgür, enerjik, barışçıl arkadaşlarla çok güzel bir Ritmpark Workshop gerçekleştirdik. Resim eklerim belki sonra.

Rock'n Coke ise müthiş olacak. Geçen seneki kadar sağlam gruplar olmasa da, eminim yine Türkiye'nin en iyi organizasyonu olacak ve bunun bir parçası olmak da gurur verici. Gelenlerle Ritmpark standında görüşelim :)

SONY ERICSSON Z530i

SONY ERICSSON Z530i


Bu arada kardeşimi kandırıp BenQ telefonu iade ettirmeyi başardım. Yerine çok daha fazla özellikli, ama kalınlığını (açılır kapanır kapak nedeniyle kalın) pek tutmadığım Sony Ericsson Z530i aldık. Alt tarafı 20 YTL pahalıydı. Ayrıca tüm yorumlarında olumluydu, sesi Walkman telefonlar kadar kaliteliydi... Ama işte S.E. burada kazıklama yöntemini konuşturuyordu...
Ne hafıza kartı, ne de kulaklık yoktu içinden! Aksilik, kullandığı Memory Stick Micro (Duo'nun yarısı boyutunda 1x1 cm'lik hafıza kartı) Türkiye'de satılmıyordu. Hong Kong'tan sipariş verdik (90 USD civarı). Kulaklık ise 60 YTL. Buyrun bakalım evdeki hesabı :)
Sanırım bu da bu fiyata alınacak en iyi telefon :)

31 Ağustos 2006

ACER TM2423NWXCi CELERON 1.5GHz 256MB 40GB 14.1" EKRAN TAŞINABİLİR BİLGİSAYAR

Gayet güzel bir alet. Fiyat performans olayı çok iyi. Yeni aldım. Widescreen 14.1 inç. Böylece hem geniş ekran DVD keyfi, hem de küçük, taşınması kolay bir alet. Yeni, güçlü grafik kartı ve işlemci gerektiren oyun oynama, 3d modelleme gibi işlemler dışındaki tüm ofis işlerinizi, film, müzik gibi ihtiyaçlarınızı karşılar. Dahili hoparlör sesi biraz az gelse de kişisel bir ürün sonuçta. Hoparlör ya da kulaklık ile çözülür. Üzerindeki mikrofon da acil durumlarda sesli görüşme sorununu çözebilir. Çok çok hatta çook güçlü wireless'ı var, benim HP bu kadar başarılı değil. Şöyle örnek vereyim, Harbiye'de HP 2 bağlantı bulduğu yerde, ACER 6 bağlantı buldu. Özel bir teknolojisi varmış sanırım. Centrino yerine Celeron olması pil ömrünü çabuk tüketiyor ama 1 MB cache önbelleği sayesinde performansı düşmüyor. Pil ömrü için de güzel bir Emprio adlı çözümleri var. İşlemci hızı pil gücüne göre optimize edilerek verimli bir çalışma sağlıyor.
Ürünün tasarımı güzel, klavye düzeni eğimli, 2,35 kilo (hafif), boyutları küçük, fiyat/performans çok sağlam. Bu ara notebook alacaklara tavsiye edilir.
Vatan Bilgisayar'dan aldım. Ekstra 256 ram hediye edip takıyorlar ve 512 MB DDR2 533 Mhz ramleriniz oluyor. Notebook çantası hediyesi fena değil. Finansbank'a 16 taksit, 0 faiz ;)

ACER TM2423NWXCi CELERON 1.5GHz 256MB 40GB 14.1" EKRAN TAŞINABİLİR BİLGİSAYAR

  • Intel Celeron M370 1.5GHz 1MB Cache işlemci
    Mobil Intel 910GML Express Yongaseti
    14.1" WXGA (1280x800) TFT LCD Ekran
  • 256MB DDR2 Memory
  • 40GB Hard Disk
  • Linux İşletim Sistemi
  • Intel GMA900 64MB (maks: 128MB) PCIe X16 VGA
  • DVD/CD-RW COMBO Optik Okuyucu
    802.11 b/g WI-FI Wireless Acer SignalUP desteği ile en iyi wireless performansı
  • 3xUSB2.0, VGA, PC Card slot (Tip II), Mikrofon, Kulaklık, Entegre stereo hoparlör, Line-in, Fax Modem, Fast Ethernet
    6-Hücreli Li-Ion pil QuicCharge teknolojisi (1 saatte %80 şarj süresi)
  • Ölçüler: 334(G) x 224(D) x 28.6/35.2(Y)
    Ağırlık:2.35kg
  • 2 yıl Garanti
  • Wridea

    Wridea
    Google Notebook'a full AJAX destekli rakip. Böylece çok kolay değişikliklerle fikirlerinizin kaybolmamasını amaçlıyor.

    16 Ağustos 2006

    BENQ SIEMENS E61

    BENQ SIEMENS E61
    Kardeşim bugün itibarıyla bu telefonu aldı. Cep telefonu özellikli bir Mp3 Player isterseniz, harika. Güçlü dahili hoparlörü de mevcut. USB'den bağlanıp miniSD kartına (128 MB hediyeli, ama biz 1 GB Kingston alıp işi garantiledik) müzik yüklüyorsunuz. 640x480 fotoğraf çektiğini iddia ediyor; ama biz çamur diyelim. Bu fotoğraf olayı nedeniyle iade etmeyi önersem de Görkem'i ikna edemedim.

    12 Ağustos 2006

    Google Notebook

    Google Notebook
    Bu adamlar ne yapsa mı güzel yapar... Microsoft Office Outlook'un bir türlü beceremediği not defteri, hem online, hem pratik, hem de tüm dünyadan erişebilir halde. Google hesabınıza girdiğiniz her yerde notlarınız sizinle.
    Bir de www.googlepages.com adresine müthiş bir sayfa tasarım sistemi kurmuşlar ki, yakında internete Google demeye başlayacağımız/başladığımızın habercisidir, aha buraya yazıyorum :)

    4 Ağustos 2006

    Konsantre Tatil: Haydi Kampa!

    Konsantre Tatil: Haydi Kampa!

    Eşyalar toplandı, bavullar hazırlandı, son kontroller yapılıyor:
    -Diş fırçası? Deodorant? Konuldu.
    -Çadır askısı? Alındı.
    -Cep telefonu? Şarj edildi.
    -Güneş gözlüğü? Kafanda.
    -Eee… Şişe şişe votka? Tamamdır! Hazırız, haydi kampa!

    http://www.sanalkulup.com/etkinlikresim/buyuk/12062006150910.jpg

    Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Haydi Kampa’nın altıncı dönemi, zaman açısından bizim için en uygun dönemdi. Sanalkulup.com’un programcısı, kadim dostum Melih (Allah ellerine zeval vermesin) ile kaydımızı yaptırdık, onayın ardından bavullarımızı kaptığımız gibi Şişli Evlendirme Dairesi otopark çıkışına otobüsümüzü beklemek üzere yola çıktık.
    Gittiğimizde bizim dışımızda üç kişi (bir evli çift ve bir bayan) daha aynı yerde otobüsü bekliyordu. Meğer yanlış yerde bekliyormuşuz, ancak bu tesadüf sayesinde bir haftalık kamp grubumuz belli olmuş oldu.

    Otobüse yerleşirken, Üniversite turlarında her zaman en hareketli taraf olan, en arka koltukları tercih etmiştik. Ama yanılmışız: En arkada bizden başka kimse yoktu! Elbette pes edip de bu en az on saat süreceğini tahmin ettiğimiz yolculukta sıkılmayacaktık. Kadıköy Evlendirme Dairesi’nden (bir keramet mi var acaba bu kalkış noktalarında diye düşünürken) diğer yolcuların alınması sırasında, parmak uçlarımızda otobüsten indik ve Tekel Bayii’ne doğru yola koyulduk. Bizim çiftin reisi niyetimizi anlamışcasına arkamıza takıldı ve onunla birlikte stoğumuzu yapıp araca geri döndük.

    Araçta kimseye çaktırmadan alkol almak için pet şişedeki suları içip içip Yalova feribotuna kadar nasıl “tuvalet de tuvalet” diye kıvrandığımızı anlatmayacağım. Sonuçta bu bir kamp yazısı, zaten siz de istemezdiniz. Ama Melih’in %85’i votka olan kokteyllerimden birini gaza gelip fondip yaptıktan sonra yüzünün nasıl da yumulduğuna değinmeden geçemeyeceğim doğrusu.

    Efendim, gel zaman git zaman, alkol etkisiyle derin uyku, sonuçta üç molada bolca tıkınma ile biz geldik on beş saat sonunda Muğla Köyceğiz civarındaki Kaşmir Butik Otel adlı kamp alanımıza. Kayıt işlemleri sürerken etrafı kolaçan ettik. Baktık, pek bir büyük olmayan havuz var; yapay bir şelale, güzel bir binası olan butik otel, çayır çimen, alabildiğine ağaçlar, doğasal bir ortam. Çadırlar, festival alanlarındaki gibi baş belamız değil; çoktaaan kurulmuş, insanlar yerleşiyor.

    Üç çeşit yerleşim şekli var. Minitent bizim festivallerin kamp alanında sıkça görmeye alıştığımız 2 x 2 metrekarelik güzide çadırlardan. İçlerine yatarken sırtınız acımasın diye birer mat (ah ah bir tane yeter mi), üşürseniz (ya da sırtınız acımasın diye mata kat çıkasınız) diye birer de uyku tulumu koymuşlar. Miditentlerimiz iki oda bir salon kadar olmasa da büyücek çadırlardan. En süper özelliği içlerindeki orijinal yataklar, çarşaflar ve yastık. VIP ise 25 yaş üstünü ilgilendiren, o anlattığım butik otel odaları. Nasıl bir zevkle döşenmiş, ahşap masalar, sandalyeler, dolaplar, tablolar bu kadar mı güzel olurmuş anlatamam. Büyüyünce gitmeli, yoksa kaynak etmeli, deyip ağzımızın suyunu silerek şıppıdı terliklerimizle çadır alanına geri dönüyoruz.

    Seçebileceğimiz program sayısı da üç: Extreme, Sea ve VIP. Extreme’de dağ tepe bayır aşılıyor, sportif faaliyetlerde bulunuluyor, pestiller çıkıyor. Sea’de yayım yayım yayılıyor, yüzülüyor, teknelerde turlanıyor, plajlar bizimdir bizim kalacaklanıyor. VIP ise yaşım geçti demeyip biraz dağ tepe, biraz plaj yapan “her şey dahil” otellerden bezmiş alternatif tatilcilere hitap ediyor.

    Kayıttı, yorgunluk atmaydı derken ilk güne brifing dışında bir program konulmamış. Kamp kuralları düzen işlesin diye kesinmiş. Dikkatimi çekenler arasında çadırlarda alkolün yasak olması (VIP’ye serbest. Melih votkaları sakla :)) ve kız, erkek ile karma olarak ayrılmış çadır alanları arasında yatay, dikey, paralel ve çapraz geçişlere katiyen izin verilmemesi kaldı. Organizasyonun açıklaması da şudur ki, buraya 17 yaşından itibaren kızlı erkekli gençler geliyor, aileleri onları buraya alkol alınmayan, güvenilir bir yer olması itibarı ile gönül rahatlığı gönderiyorlar, organizasyon görevlileri de bu güveni boşa çıkarmamak için ellerinden geleni yapıyor. Her ne kadar başta oflayıp puflasak da gayet makul bir neden (Yasaklar delinmek içindir, de ne demek Melih? Aaa).

    Efendim, evet, biz çadır alanına, Extreme’iz, yırtarız dağları, enginlere, hatta Halillere, Muratlara bile sığmayız taşarız, diye geldik. Lakin bendenizde bir bavul var ki sizlere yarım dünya. Efendim, Melih giriyor çadıra, benim bavulu sokuyoruz; ben giremiyorum. Bavulu çıkarıyoruz, ben giriyorum; bavul dışarıda kalıyor. Melih çıkıyor, bavulu çekiyorum içeri; adamcağız dışarıda. Anlayacağınız bu iş olmayacak dedik, organizasyona istirham ettik; kendileri de basına olan güzide saygılarından (ve galiba Miditent’te yer olmamasına içlerinden çeşitli bipli sözler geçirerek) bizi VIP’e transfer ettiler.

    Aman tanrım bu ne transfer! Bavulu sokamadığım (çadırdan azıcık daha küçüktü kendisi) iç güveysinden hallice çadır yanında bu oda, İnönü Stadyumu kalıyordu. Tüm görgüsüzlüğümüzle klimayı 16 C0’ye alıp vurduk kafayı.

    Sabah donmuş buz kütleleri olan bizler “Binlerce dansöz var” adlı bangır bangır Serdar Ortaç parçası ile derin baş ağrıları yaşayarak uyanmaya çalıştık. “Yaşasın açık büfe kahvaltı!” diyerek koşar ayak yemek alanında kuyruğa girdik. İnsanların “Abi VIP kesin şimdi havyar ve ıstakoz yiyordur, hehehe” benzeri esprileriyle ayılırken, sonradan olma VIP’ler olarak yanlış yerde beklediğimizi fark ettik, ki esprilere gülen, katkıda bulunan da bizlerdik. Ortamdan da çıkmak olmaz, bu seferlik burada yesek derken Melih’in dürtmesiyle sıra dışında buldum kendimi.

    Baktık VIP, havyar neyim yemiyormuş (kahvaltıda? Ögh). Aynı şeyler, ancak daha az insan olduğu için sıra yok. Efendim, salam domates peynir bal derken çayı höpürdete küpürdete kahvaltıyı ettik ve rafting hadisesine doğru Extreme grubuyla birlikte yola çıktık. Bu sırada Sea grubu da Göcek 12 Adalar tekne turuna gitti.

    Dalaman Çayı’nda Kano Rafting adlı firmaya ait Bayobası Base adı verilen kalkış noktasında başlayan yolculuğumuz R2 adlı rotayı izleyecektik. Kasklarımızı ve can yeleklerimizi aldıktan sonra kalkış noktasına geçtik; orada kumanyamızı yedikten sonra gruplara bölünüp kürek dağıtımıyla birlikte temel rafting eğitimimizi aldık. Ardından üç – üç buçuk saat sürecek parkurumuza başlamak üzere botları çaya indirdik. Başta akıntı, köpüren sular, arasından geçilen inişli çıkışlı, kayalarla dolu rota ürkütse de müthiş keyifliydi. Heyecan ve eğlence iç içeydi. Zaman zaman arkaya döndük, yan gittik (basmadık), zaman zaman fotoğrafçının bizim grubu geçip fotolarımızı çekmek üzere siper almasını ya da düşen birinin kurtarılmasını, kayalar arasına sıkışan bir grubun çıkmasını bekledik. Bu arada epey bir kol kası, bel ve sırt ağrısı yaparak nasıl geçtiğini anlamadan sağ salim (düşmeyen tek takım bizimkiydi, oley :)) parkuru tamamlarken suya atlayıp kendimizi akıntıya bıraktık. Bu durumun keyfini tadınca, keşke bir ara da ters yüz olsaymışız diye geçirdim, içimden.

    Bu tatlı/zorlu yorgunluğun üstüne her türlü yemek iyi giderdi. Hele rafting transfer yerinin kantinindeki o göbeğe değince “hoh hoh” dedirten buz gibi biranın yerini hiçbir şey tutamazdı, tutmadı da.

    Döndüğümüzde klasik kamp oyunları öncesi bir konuşma yapıldı ve Parasailing’in (hani şu sürat teknesi arkasına bağlanan paraşütün çekilmesiyle uçulan aktivite) teknenin bilgisayarlı sisteminin bozulması nedeniyle iptal edildiği söylendi. Sanırım, çoğunluğun öğrenci olması nedeniyle pek bir tepki verilmedi. Aslında çok sinir bozucuydu, çünkü Extreme grubu için belki de en önemli aktiviteydi. Sonradan beşinci dönemde de, paraşütlerde arıza nedeniyle yapılmadığını öğrendik. Şu an sitede arıza giderilene kadar yerine Ringo adlı etkinliğin yapılacağı yazıyor.

    Gece stoktaki nevalelerle güzide kokteyller hazırlayıp yasal kamp sınırı olan 23’e kadar havuza girdik. Sonrasında elbette deliksiz bir uyku çektik.

    Sabah sabah “N’oholuyor hüleayn!” diye zıplamama sebep olan, dün rafting’teki transferler boyunca bolca çalan, Ankaralı Namık’ın “Arabada bej, evde onbej, hoşuma giderse bendensin” adlı güzide eseriyle uyandık. Kahvaltının ardından dün Sea grubunun gezdiği koyların bir kısmını gezip Banana ve Ringo hadiselerine binmek üzere Göcek koylarına doğru yola çıktık. Sea grubu ise daha dün etraflıca dolaştığı Göcek yerine Cennet Adası, Turunç, Fosforlu Mağara, Akvaryum Koyu gibi doğal güzellikleri ve tarihi kalıntıları olan koy ve adaları gezmeye gitti.

    Makarna denilen modern can simitleriyle (ki bunlar batmayan uzun sünger çubuklar, türlü şekil ve pozisyonlara girerek rahat yüzmeyi sağlıyor) yüzdük, açıldık saçıldık koylara denizlere. Bu sırada banana için ilk gönüllü altılı grup olduk. Arka arkaya muz şekilde bindiğiniz, sürat teknesinin süratle çektiği bu olayda önünüzdeki ipi sıkı sıkı tutmak ve teknenin döndüğü tarafa doğru grupça eğilmek esas noktalar. Ancak süren kişi düşürmek isterse çok sert bir manevrayla affetmiyor ve çıkmanız epey vakit alıyor, kurtuluş yok. Yine de düz giderken hoppidi hoppidi zıplamak ve “yihhuu!” nidalarıyla çığırmak çok keyifli.

    Ringo ise, hani koca koca adamlar, ya da koca göbekli küçük çocukların içine girdikleri kamyon veya traktör lastikleri vardır ya, işte onlara benzer lastiklerin tam göbeğine oturduğunuzu ve banana gibi hızla çekildiğinizi düşünün, tam da böyle bir şey. Bunlar yan yana iki tane oluyor ve hızla çekilirken sağa sola yaylar çizip yanınızdakine çarpıp onu hoplatabiliyorsunuz, bu açıdan daha interaktif. Hatta biz Melih’e birbirimize depik, yumruk vb ile saldırmak suretiyle interaktifliği biraz daha arttırmaya çalıştık. Bir de dikkat edilmesi gereken husus, taban kısmınız lastiğe iyice geçmişse denizin o kısma bolca sürtünmesi, yüzünüzün buruşmasını (veya tercihen sırıtmasını) sağlayabiliyor. Biraz yukarda kalmakta fayda var :) Yine de parasailing’in yerini tutmaz (Buradan organizasyona sesleniyorum).

    Akşama hali kalanlar yemekten sonra Sarıgerme gece eğlencesine devam ettiler. Pek küçük bir yer olmayışı ve zaman kavramsızlaşmam (o gün Cuma’ymış ve dışarı çıkmamayı tercih etmişim, hayret!), yeni kankalarımla rakılar, mezeler ve mezelerin en güzeli muhabbetle zaman geçirmeyi tercih ettirdi. Aynı gece Melih biraz rahatsızlandı, yattı. Bir ara odaya gittiğimde üşüdüğünü söyledi. Baktım üzerinde üç kat battaniye (çadırda kullanmak üzere getirmiştik) olmasına rağmen klima hala 16 derecede olduğu için donuyor! Dedim “Niye kapatmadın klimayı?”… Meğer fedakar arkadaşım odadaki mezeler bozulmasın, içkiler soğumasın diye kapatmamış klimayı (güneş de geçmiş biraz galiba başına). Dedim “Çak bir enırjidırink kendine gel”; attım yatağa bir tane, zar zor kement misali salladığı tişörtüyle aldı ve ağzından şu kutsal sözcükler döküldü: “Erdem, bu soğukmuş, bunu ısıtıp da versene”. Gülmeli mi, şefkate muhtaç kankinin sanki son arzusunu yerine getirmeli mi bilemedim. Millet ıhlamur, nane kaynatır, bizimki tam VIP olmuş :) Gerçi yaradı herhalde, baktım beş dakika sonra bomba gibi geldi.

    Cumartesi randevumuz Sea grubuylaydı. Biz, VIP ve Sea grubu ile Kaunos Harabeleri’nden geçip Dalyan , İztuzu Plajı’na giderken Extreme grubu bizim Pazar günü daha kısasını yapacağımız Toparlar Şelalesi’nde Day Hiking olayını yapacaklardı.

    Geçmişi M.Ö. 3000’lere dayanan Kaunus şehrini, Dalyan kasabasından bindiğimiz tekne ile yanından geçerek gördük, şehrin içine girilmedi. Kent antik çağlarda çok önemli bir ticaret şehriymiş. Zamanla Dalyan Nehri deltasının genişlemesi sonucu limanlar kapanmış ve ticaret önemini kaybetmiş. Bu yetmediği gibi kentin çok yakınında oluşan bataklıkta biriken sivrisinek orduları, o devirde henüz Sinkov (sinek kovucu sprey) icat edilmediğinden (bu arada bu ürün, kampta kilo kilo tüketiliyor, gelmeden stoklanmalı) kent sakinleri sıtmadan muzdarip çıldırmış ve o güzelim, Kralların ihtişamını simgeleyen, dağlara oyulmuş Kral Mezarları’nı bile bırakıp şehri terk etmişlerdir. Bir de meyve ve balık bolluğuna rağmen, sıcak ve sinek bolluğundan çok erken yaşlarda ölürlermiş bunlar. Yazıkmış onlara.

    Güzel bir tekne yolculuğu sonunda ulaştığımız İztuzu Plajı, geçtiğimiz senelerde dünyanın en iyi on plajı arasına girmiş ve grupdaki bazı tecrübeli arkadaşlarıma göre zaten dünyanın en güzel plajıymış (Ah tanıtamıyoruz güzelim Türkiye’mizi). Bu plajın en bilinen özelliği nesli tükenmekte olan Caretta Caretta su kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktığı yer olması. Bu nedenle plajın orta şeridinde bir bölümde güneşlenmek, yerleşmek vb yasak. (Gerçi ben bir menemen ya da leziz cılbır için iki yumurtacık kapıvereyim dedim, ama Melih’in Greenpeace stili hırlamasından ürktüm). Plajın bir diğer özelliği ise bir tarafının tatlı su, diğerinin Akdeniz olması. Bu özelliğinin de tek olduğu söyleniyor. Beni en çok ilgilendiren kısmı ise incecik altın sarısı kumları ve müthiş mavi tonlarına sahip deniziydi. Pek de hırçın olmayan dalgalara karşı, hırçın dalgakıranlar olarak pek güzel savaştık, deve güreştik eğlendik, şendik.

    Gece Marmaris ortamlarına akacaktık. Günün yorgunluğuyla yemek uzun sürünce “10 dakika sonra araçlar kalkıyor!” anonsunun gazıyla pek de süslenemeden araçlara bindik, Marmaris yolunu tuttuk. Yine tecrübeli arkadaşların asıl “piyasa” dedikleri yerlerin biraz dışında, ama çok büyük bir bar olan Club Arena’ya gittik. Alkol fiyatları öğrenci bütçesini oldukça zorlasa da eğlenceli bir mekandı. Karşıki yüksek ağaçlarda yaptıkları lazer gösterileri her yerden ilgiyi bu mekana çekiyordu. Animasyon ekibindeki Rus bayanlar her ne kadar çok başarılı dans etmeseler de kimse bundan şikayetçi değildi (en azından erkekler), ağızlar açık izlendiler. Ertesi gün erkenden kalkılacağı için dönüşte çok geçe kalınmadı.

    Dünkü eğlence üstüne, kampın uyumazları Melih ve ben dışında kimse ayakta değildi 08:30’a kadar. Bir bekçi Ercan Abi vardı, onunla muhabbetten ettik 6’dan itibaren (yok aslında bu kadar business modunda insanlar değiliz İstanbul’da. Artık Muğla’nın havasından mıdır suyundan mıdır, hep 6’da kalktık). Bir de “non-sleepers” (uyumazlar) tarikatına üyeymişiz diye nam salmışız fark etmeden. Efendim, Ercan Abi’den öğrendiğimiz güzide bilgiler de oldu: Bu kalmakta olduğumuz Kashmir Butique Hotel, İGS mağazalarının sahibi Mustafa Adalı’ya aitmiş. Bu zevkli dekorasyon için çok uğraşmışlar. Aksanından eski peyzajcı mı, eczacı mı olduğunu pek anlayamadığımız Ercan Abi’miz de kendilerinin sağ koluymuş, kendisi şu an Çeşme’de takılmakta olduğundan burayı sezonluk kiraya vermiş. Oda adları Gül, Begonya, Karanfil, Gonca, Lavanta gibi çiçek adlarından oluşmakta olup her biri ailenin bir ferdine aitmiş önceleri. Yani o bizim yüz kişinin gireceğini düşünerek küçük dediğimiz havuz aslında, Mustafa Amca’nın dört kişilik ailesi için yaptırdığı mütevazi bir çalışmaymış. Her ne hikmetse bize düşen oda bir çiçek değil Bilgisayar Odası’ydı. Bu yüzden her bir yerinde bol bol priz ve Ethernet girişi vardı. Tabi biz bir hafta boyunca doğayla kucaklaşacağız, teknolojik bir şey getirmeyeceğiz mantığıyla bunlardan istifade edemedik. Hizmetlilerin hemen düzayak olması itibarıyla odayı “sakat odası” olarak anmaları da bizi ayrıca kıllandırdı.

    Sea grubu Ekincik Koyu ’na huzur bulmaya giderken, Extreme grubu da Fethiye Saklıkent ’e kanyonlarda dolaşmaya, daralan boğazlarda yüzmeye (bu cümle birer güzide göbeğe sahip Melih’le beni gelmeden korkutmuştu, sığışamayız boğazlara diye) çıktı. VIP olarak biz de (her ne kadar sonradan olma olduğumuzdan “çakma VIP” olarak anılsak da, hiç dışlanmadık :P) Toparlar Şelalesi’nde bir serinleyelim dedik. Şelalede serinlemek o kadar kolay değilmiş, araçlar bir yere kadar götürebiliyor. Geri kalan patikaları, çakıllı, kayalı, çilingiroğullu yolları (tamam kötüydü), bacaklarınızı çizen bitkileri falan yürüyerek geçiyormuşsunuz ve bu olayın karizmatik adı Day Hiking’miş. 20-25 dakikalık bir yürüyüş ardından süper şelalemize kavuştuk. Yine bir göbek “hoh hoh”latan suyla karşı karşıya kaldığımızı Melih’in girer girmez çıkardığı seslerden anladım ve tedbiri elden bırakmadan arkasından daldım. Genel itibarıyla girdiğimiz sular oldukça tuzluydu. Bu yüzden tatlı şelale suyunun göz yakmaması, hatta yüzerken susayınca içebilmek keyifliydi. Hele şelalenin aktığı yerde durmaya çalışmanın doğal jakuzi rahatlığı anlatılmaz, yaşanır cinsten. Almaya tuzsuz, yoğunluğu daha düşük suyun kaldırma kuvveti daha düşük olunca batmamak için bir misli daha çabalamak gerekti (A Tribute To ÖSS). Bir ara “bana adrenalin lazım” deyip kayalara tırmanmaya başladım, yanımda yoldaş olmayınca kaptırmışım; dönüp geri baktığımda epey yüksekte olduğumu fark ettim. Nasıl olsa da insem diye düşünürken, Melih “İşte bu yüzden ağaca tırmanan kediler inemiyor” gibi bir anekdotla durum değerlendirmesi yaptı. Neyse ki otura tutuna sağ salim indim de, kedilerden daha zeki, çevik ve iyi ahlaklı olduğumu gösterdim.

    Bu rahatlamanın ardından, döndüğümüzde bizi kondisyonlarımızı gösterme fırsatı verecek bir saatlik bir dağ bisikleti parkuru bekliyordu. Kasklarımızı giyip bisikletlerimizi seçtik. Ön-arka süspansiyonlu bisikletlerle çocukluğumun akrobasi yapıp kızları “wow” dedirttiğim yıllarını hatırladım. Tur rehberimizin önderliğinde ağaçlar arasından, patikalardan, küçük akarsulardan geçen güzel bir tur yaptık. “Bak bak, iki elimi de bırakabiliyorum!” dediğimde karşılaştığım yüz ifadeleri, artık bu numaraların sökmediğini idrak ettirdi bana. Ayrıca Ringo’dan edindiğim taban acıması tecrübesi ile, sert zeminlerden geçerken hafif havaya yükselmem çok faydalı oldu. Göz hakkı yüzü suyu hürmetine erik ağacına dalmamız, mis/buz gibi kuyu sularından içip ferahlamamız da gezinin diğer güzel noktalarıydı.

    Döndüğümüzde paintball için yeterli zaman kalmadığını, Salı günü yapacağımızı söylediler. Gece eğlencesi olarak da Yuvarlakçay’da fasıl varmış. Ama fasılda canlı müzik olmadığından “ben anlamam kardeşim, kemanın yayları arasında afili bahşişi sokup istek yapamadıktan sonra ne anlarım öyle fasıldan” diye isyan etmek suretiyle gitmeyeceğimi belirttim ve bizim tüm VIP grubunu bu konuda ayarttım, iki kişi dışında kimse gitmedi. Eee sonra ne oldu derseniz, kötü bir yakar top ve “sayko” oyunu deneyimi, üstüne bizim çadırlarda, aman taş batmasın rahat uyuyalım, diye getirdiğimiz iki kişilik şişme yatağı suya sokup sörf yapmamız oldu. Sorumlu arkadaşa “Havuza deniz yatağı sokabilir miyiz?” diye sorduk. Verdiği olumlu yanıt sonrası “Allah Allah!” nidalarıyla bizim üç kişilik şişme yatakla birlikte suya atlamamızla gözlerinin büyümesi, bir şey diyememesi (izin aldık sonuçta) ve pişman olması aynı anda gerçekleşti. Havuzda oluşturduğumuz yapay dalgalar, ters&düz taklalar gecemizi kurtardı. Saatler 11’i gösterdiğinde bu eğlencemiz de elimizden alınınca fasıldan dönecekleri, havuz önüne baraj kurup beklemeye başladık.

    Baraj kurma ricası bize yatağı suya sokma izni veren arkadaştan geldi. Fasılda kafası güzelleşen arkadaşlar her dönem mutlaka dönünce elbiseli (ya da elbisesiz!) suya atlamak istiyor ve ilaçlı suda herkese zor anlar yaşatıyorlarmış. Hatta geçen dönem bu iş azıtıp havuza plastik sandalye ve şezlonglarla girmeye kadar varmış.

    Giden arkadaşlardan öğrendiğimiz üzere fasıl tahmin ettiğimizden çok daha iyi geçmiş. Bir kere fiyatlar uygunmuş ve üstüne alabalık lezizmiş. Müzik sesi pek duyulmasa da hep beraber şarkılar söylenmiş. Hatta genel koordinatör Melih Bey (bizim Melih değil) de rakının şişede durduğu gibi durmadığının canlı timsali olmuş diyorlar, onların yalancısıyım.

    Pazartesi sabahı yine bir hit parçayla uyandırıldık: Hoplayıver çekirge! Zıplayıver çekirge! Bıdı bıdı bıdı bıdı çek’kirgeeeeee! “Yetti artık bu Ankara’nın copy paste misket havaları” derken grup rehberimiz, bugünün en sevdiği gün olduğunu çünkü uçacağımızı söyledi. “Hüleyn belki son yemeğimizdir böhü böhü” diyerek sağlam bir kahvaltı ettik ve tüm gruplarla birlikte Fethiye Ölüdeniz ’e doğru yola çıktık. Diğer gruplar Ölüdeniz’in masmavi, durgun sularında keyif çatarken biz yusuf yusuflar ve Sky Extreme adlı şirketin deneyimli ekibi eşliğinde Babadağ’ın 1100 metresine doğru koca kamyonla (bu yolculuğa Truck Safari diyorlar) çıkmaya başladık. Çıkarken bizim “Arabada bej” şarkısının burada biraz değiştiğini öğrendik: “Karada üç, havada üç buçuk!”. Aslında 1900 metreden de atlanıyormuş ama sonuçta ilk atlayış olduğundan 1100 de kafiydi. Uzun yıllardır paraşütle serbest atlayış yapmak, uçmak isteyen ben çeşitli aksiliklerle bu isteğimi gerçekleştirememiştim. Kısmet bu güneymiş diyerek, ilk atlamak üzere gönüllü oldum. Dağın tepesindesiniz, altınızda tepeler, kayalar, ilerisi Ölüdeniz, sırtınızda paraşüt ve arkada pilotunuz; başladık koşmaya... Beş-altı adım atmadan baktım havadayız. Paraşütteki koltuğa iyice yerleşince içimde hiç korku olmadığını hissettim, uçak bile daha ürkütücüydü. Sanki tepeden dev bir şeyler bizi tutmuş yavaşça süzülürken aşağı indiriyordu. Manzara olağanüstüydü. Güven hissi, her yerinizden bağlı olup rüzgarın ve manzaranın rahatlatıcı etkisinden olsa gerek. Biraz huzurla gezdikten sonra pilotum, biraz heyecan isteyip istemediğimi sordu. “Elinden geleni ardına koyma dememle”, kahkaha-adrenalin ve içimin iç içe geçmesi bir oldu. Dönmeler, sallanmalar, figür figür üstüne… Güzel bir inişin ardından pilotumla dondurma yiyerek ilk uçuşumu kutladık.

    Ekipteki diğer arkadaşların da sırayla inmesinden sonra (yalnızca bir tanesi pisti tutturamadı, incik boncukçuların arasından plaja daldı, o kadar) Melih ve ben artık beş günlük teknolojik tatilin son bulması arzusuyla “İnterneeeeeeeeet!” diye haykırarak bir internet kafeye daldık. Elektronik postaydı, bilişim haberleriydi derken zaman su gibi aktı. Diğerleriyle daha sonra Ölüdeniz’in koruma aldındaki süper plajında buluştuk. Hakikaten yukarıdan görmek kadar, içine girmek de müthiş güzeldi. Gördüğüm en güzel deniz sanıyordum ki gruptan bir arkadaş “Henüz Sedir Adası’nı görmedin” dedi.

    Kamptaki son günümüze distörşın gitarlarla uyandık. Herhalde “bu kadar yatıp keyif çattığınız yeter, kendinize gelin” mesajı verilmek isteniyordu. Açıkçası her yerde iktidarı elinde bulunduran popumsu türkümsü müzikler üzerine arka arkaya Nightwish, Evanesence, Iced Earth, Blind Guardian ve adını bilmediğim kötü bir Türk metal grubu çok iyi geldi. Sea grubu ile birlikte Sedir Adası yolculuğuna çıkarken Extreme grubunun kampta kalıp dağ bisikleti ve orienteering hadisesini gerçekleştireceğini öğrendik.

    Sedir Adası, nam-ı diğer Kleopatra Aşk Adası, meşhur plajı anlatılana göre taa Kleopatra zamanında, kendisinin bir ziyareti sonucu, taa Mısır’dan getirilen çok özel kumların yığılmasıyla oluşturulmuş. Bu yüzden duş almadan plaja girilip çıkılamıyor, ayrıca şezlong ve şemsiye dahi yasak. Görevliler kum almanıza kesinlikle izin vermiyor. Ama hakikaten ben böyle kum görmedim, bastıkça nasıl bir huzur, bir rahatlık veriyor; çok yaşa Kleopatra diyorsun. Adanın tek özelliği kumu, güzel denizi değil elbette; tiyatrosu ve küçük bir de kilisesi var. Tiyatronun 5000 kişilik olduğu yazılıydı, bana pek öyle gelmedi. Sahne olan kısmı toprak altında kalmış; belki üst kısmından da biraz tırtıklanma olmuştur. Pek korunmuş veya restore edilmiş bir hali yoktu.

    Döndüğümüzde Extreme’in dağ bisikleti turlarını bitirdiğini, orienteering hadisesini gerçekleştirdiğini gördüm. Ama tahmin ettiğim gibi o bisikletle tur attığımız ağaçlık alanlarda değil, bizim kaldığımız otel kısmının etrafında, küçücük bir parkurda, pusulasız sadece kroki ile yapılıyordu. Hey gidi Yıldız Orienteering Kulübü hey, Yıldız Parkı’nın arşınlamadığımız bir yeri kalmış mıydı?

    Meşhur deniz yatağımızla (hani şu 5 kişilik olan) havuzda türlü akrobasi denemeleri (yatak sörfünü literatüre kattık) yaptıktan sonra baktık gitme saati yaklaşıyor ve hala paintball için çağırılmaktadık, başladık eyleme:
    - Paintball hakkımız söke söke alırız!
    - Kampçıyız haklıyız kazanacağız!
    - Paintball sen bizim her şeyimizsin!

    Eylemlerimiz işe yaradı ve VIP grubunun paintball için 15 dakika sonra toplanması anons edildi. Baktık eylem işe yarıyor araya “Paaaaara seylink! Paaaraaaa sayilink!” sloganlarını da karıştırdık. Görevlinin terliğini eline alıp üstümüze doğru yürüdüğünü görünce susup paintball için giyinmeye gittik.

    Paintball da yıllardır yapmak istediğim bir etkinlikti, bir türlü kısmet olmamıştı. Bir komando edasında askeri formalarımızı, kaskımızı giydik. Silahlarımızı doldurduk. Rakibin gözünü fazla korkuttuğumuzdandır herhalde, Melih’le beni aynı takıma vermediler. Ben de yanıma daha önce askerliğini yapmış bir arkadaşla eşini aldım. Melih’e de iki genç bayan kaldı ve atladık piste. Önce bakalım ne kadar, nasıl gidiyor diye siper alıp atışlar denedik. Bayağı sağlam olduğunu görünce çayırdı çimdi ağaçtı kamufle olup ilerledik. “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır” özdeyişiyle ekibimizi de kollayarak hilal yöntemini uyguladık. Bir ara gaza geldim, baktım Melih biraz ileride başka tarafla meşgul; ya Allah atladım önüne. Çat çut bastım tetiğe! Amanın, o da neydi! Benim mermi bitmiş, yalnızca hava basıyorum! Melih önden, takım arkadaşı arkadan bam bum vurdular beni. Hani acımasa bir şey demeyeceğim, “Yetti gari, durun loo” deyip tabanları yağladım. Gerçi yeni mermilerimle intikamımız acı oldu ve sonuçta 8-5’lik güzel bir galibiyetle karşılaşmayı zaferle sonuçlandırdık. “Löylöylöylöylöööö oooo… Yeşil takıııım!”

    18:00 otobüsüne binecektik ve saat 17:45’ti. Derhal gittik, hazırlandık, ne var ne yoksa bavula tıktık; hatta o dev valizin kapağını zor kapattım. Zaten ne zaman bir yerlere gitsem annemin hazırladığı valize her şey sığar, dönerken ben sığdıramam. Neyse, toparladık, herkesle vedalaştık… ve İstanbul’a doğru yola koyulduk.

    Çok çok keyifli, çok çok yoğun bir tatil oldu. Aktiviteler gitmemize on beş dakika kalan değin sürdü. Ayrılırken diğer yüz kadar insan da benim kadar mutluydu sanırım. Organizasyon bu sene oldukça başarılıydı diyebilirim. Tek şikayetim, benim gibi etobur bir insanı menülerin yeterince tatmin etmemesi. Hatta o yüzden paraşütten önce dönerci&lahmacunculara saldırmamız ve dönüş yolundaki Burger King’de otobüsü doldurup devasa Whooper menü yememiz farz olmuştu. Geleceklere tavsiyem, her şeye hazırlıklı olmaları. Çok şükür masamızdan ekstra mezeler, rakı ve diğer alkol çeşitleri eksik olmadı, keyfimize keyif katıldı. Ayrıca yanınıza bol bol tişört, en az iki mayo, sandalet ve terlik de alınız. Sürekli kirleniyorlar ve kimse tatilde çamaşır yıkayıp kurutmakla uğraşmak istemez. Sivrisinekler tarafından sevilen bünyeler de Sinkov stoklamalı. Bir de görgüsüzlük edip bizim gibi sabahlara kadar klimayı 16 derecede bırakmayın. Yoksa… Hapşu!

    Hep beraber… İyi tatiller.

    16 Haziran 2006

    Google Earth 4 Beta

    Google Earth - Products

    Google Earth'ün yeni versiyonu 4.0'ün Beta'sı çıkmış. Üç boyutta süper yeni yetenekleri var. Artık evlerimizin adresleri yerine koordinatlarımızı verebiliriz :) Ya da yeni arabamızı Google Earth'ten gösterebiliriz :)

    15 Mayıs 2006

    Failure Method Effect Analyse (FMEA - HMTA)

    Bitirme tezim Kalite Yönetimi'nde FMEA. Bunu da tamamlayıp diğer projelerimle birlikte kişisel sayfama ekleyeceğim. Şimdiden Google'da "Döküm Robotları" yazınca blog'um çıkıyor :) Bari arayanlara faydalı olsun.
    Haftasonu LES var, daha kitap bile almadım. Staj raporu, yetişmesi gereken işler, ikinci vizeler... Off :/

    10 Nisan 2006

    Register

    Emule'nin Sıpası

    E-sipa.de, Türkçe dosya paylaşımının tapınağı, biricik yuvası. Ama illegal şeyler çekmeyiniz, ayıptır :P

    Open Source games for Windows!

    Windows için açık kaynak kodlu oyunlar!
    Onlarca bedava oyun. Ben Mario'yu indirdim 28 MB. Fena olmasa da asla o basit Home Computer'lerle ya da bunun 64 KB'lık versiyonlarıyla verdiği tadı vermiyor :)

    7 Mart 2006

    Sanalkulup.com - Üniversitelilerin buluşma noktası..

    Sanalkulup.com - Üniversitelilerin buluşma noktası..

    Sitemiz günlük 1000-1200 ziyaretçi ile Alexa'da 87000lere yükseldi. Üyelikler hızla artıyor. Hadi hayırlısı :)

    26 Ocak 2006

    Üniversite Kar Tatili Haberleri

    Bu kadar çok tatil haberi gelince Sanalkulüp'te yeni bir bölüm açtık :)
    Üniversite Kar Tatili Haberleri

    Onun Arabası Kar

    Nasıl gezeyim tozayım araba bu hallerdeyken? Tabana kuvvet, viskiye kanyağa bereket ;) Posted by Picasa

    FULL METAL TEAM

    Golem'in efsanevi davulcusu Murat'ın hazırladığı Full Metal Team sayfasında The Erdem denilerekten bendenizin de resmi konulmuş :)
    The Erdem: " Scream vokal dendiginde tutulamayan güç.. Sadece vokal teknigi degil essiz sahne sovlariylada müzikseverleri kendinden geçirme konusunda gerçek bir usta.."

    FULL METAL TEAM

    23 Ocak 2006

    Everything-I-Touch Photo Diary

    Jan Chipchase "Everything-I-Touch Photo Diary" projesinde sabah kalkıştan öğlene kadar süreç içinde her yarım saatte bir dokunulan her objenin fotoğrafı çekiliyor.

    http://www.janchipchase.com/blog/archives/2005/10/post_16.html

    Ben de böyle bir projeyi gerçekleştirmeyi ve burada yayınlamayı düşünüyorum.

    22 Ocak 2006

    Oyuncaklarımdan Süpermen

    Ah benim canım oyuncaklarım. Özellikle action figure koleksiyonum görülmeye değerdir. Bundan sonra resimlerini ara ara blog'uma koymaya karar verdim. Yeni Superman filminin gösterime girecek olması şerefine, mıktanıslı yapısı sayesinde havada durak Süper figürümü sunuyorum sizlere :)

    Bir haftadır finallerle boğuşuyorum. Bu hafta son... Bitiyor. Arkaplandaki Sanalkulup.com açılış partisi afişi ise çalışmaları hızla (!?) ilerleyen Sanalkulup Açılış Partisi... Posted by Picasa

    14 Ocak 2006

    Taşçıoğlu da bitti

    Taşçıoğlu Metal Ltd.'nin de son eksikleri tamamlandı ve sitesi bitti sonunda. Sanalkulup.com azimle sürüyor... TEMA ile ortaklaşa güzel bir proje de önümüzdeki haftaiçi başlayacak gibi.

    Bu arada Google Toolbar, Google Picasa ve Google Blogger entegrasyonunun (Bermuda Şeytan Üçgeni) hastası oldum :) Posted by Picasa

    Kurban Bayramı

    Bayramın ilk gününden bir kare. Babannem halamlarda. Ziyaret ettik kendilerini inceden :) İnce demişken annem de göbek yapmış hani :) Posted by Picasa

    Lise arkadaşları

    Kurtuluş Lisesi'nden arkadaşlarla buluştuk bugün Taksim Mihribah Sultan'da. Sonra Big King XXL ile göbeğimize göbek katıp Vazgal Kahve'de üzerine bir güzel çay içtik. Nispet gibi mi oldu? Olsun... İnsan her zaman o güzel günleri anma fırsatı bulamıyor.
    Baran ile de yeni projemize (top secret;) start verdik parantez içinde... Posted by Picasa

    13 Ocak 2006

    Piyanota Piyano,Klavye (Org), Solfej, Armoni, Müzik Tarihi Özel Dersleri - İstanbul

    Efendim, Derin grubunun (ve Soul Shred elbette :) naçizane klavyecisi, kadim dostum Uğur Kaplan'ın güzel web sitesi açıldı bekleriz:

    "Müzik tarihi, küçük yaşlarda müzikle tanışarak büyük başarılar elde eden ve otoritelerce dahi olarak nitelendirilen yüzlerce müzisyenle doludur. Bunlar gerçekten de müzikal anlatımın sınırlarını zorlamış, aradan yıllar geçmesine rağmen hala değerini koruyan, istisna kişilerdir. Fakat müzisyen olmak ya da bir şekilde bu dünyanın içerisinde yer almak için mutlaka üstün bir yeteneğe sahip olmak mı gerekir?"

    6 Ocak 2006

    Proje : Döküm Robotları

    Döküm Robotları projemle kasıyorum günlerdir... Tükendim. Bir de ödev vardı ki, evlere şenlik: Sac Kalıp, Dövme Kalıbı ve Plastik Enjeksiyon...
    Diplomayı bu sene alabilmek uğruna katlanıyoruz bakalım...