22 Aralık 2008

Hasbahçe, Bahçeşehir

Site yaşamı hiçbir zaman pek cazip gelmedi. Hep şehrin içinde olmayı sevdim. Yok "TEM bağlantısı", yok "İstanbul'a 20 dk" fasafisolarını trafik vaktinde buyrun da külahıma anlatın :) Var mı iki adımda boğaz, bir sekerek Nişantaşı, ham çökelek Taksim gibisi! Olumsuz yönleri? Onlar da gülün dikeni!

Site yaşamında, hop inip bakkaldan iki gofret alayım hadisesi yok. Genelde yakın olmayan büyük marketlere arabayla falan gidilir haftalık, aylık erzak alınır. E ben gofret istiyorum! Üşenmezsen pış pış...

Neyse efendim, konumuzdan pek saptık. Bu tarz sitelerde, halkın toplaşacağı belli başka yerler var ki sosyalleşebilelim; yoksa yan daire komşumuzdan bile çoğu zaman bihaber olabiliyoruz. E bu tarz mekanlara, biraz da orijinallik katarsanız benim gibi meraklıları çekebilirsiniz.

Hasbahçe, Esenkent'te Süleyman Demirel Caddesi'nde. Yapay değirmen, akarsu falan iyi hoş da, bu soğukta keyfi çıkmıyor. Mecburen içeride oturuyorsunuz. Seçenekler, klasik otel kahvaltısı. Ekstra birşey yok. Sıkma meyva suları yok. Açıkbüfe. Dediğim gibi içeride oturunca, dışarının tadı çıkmıyor. Sıcak zamanlarda gelmeli.

Evet, açık büfe canavarı bir insanım :)

20 Aralık 2008

Adına da derler: Seks Seks Seks!

Coşkun Plak'tan (!) oldukça iddialı bir yapım : Sevil Öztatlı - Seks Seks Seks! O yıllar içini geçtim, 2008 için bile oldukça sıradışı bir örnek. Acaba cover mı yapsak diyorum :)
Linkten dinleyebilirsiniz: http://etrafta.com/2008/12/15/seks-seks-seks/

12 Aralık 2008

Body Of Lies: Ridley Scott'tan Russell Crowe ve DiCaprio'lu Aksiyon

"Yalanlar Üstüne" adıyla Türk izleyicisinin beğenisine sunulan filmi 2 Aralık'taki öngösteriminde izleme fırsatım oldu. Ürdün ağırlıklı olmak üzere Orta Doğu'da geçen gayet sürükleyici bir aksiyon filmi. Yine ABD'nin ne şahane teknolojilere sahip olduğunu, arada doğa/ortam şartları onları zorlasa da, üstesinden gelebileceklerini falan görüyoruz. Trajik sahneler de ABD/Dünya milliyetçiliğimizi körüklüyor. Aksiyon sevenler gitmeli. Ortadoğu hadisesini enine boyuna merak edenler, işin içinde iş var diyenler ve komplo teorileri sevenler de sever diye düşünüyorum.

--spoiler----spoiler----spoiler----spoiler----spoiler----spoiler----spoiler--
Bu arada ABD'nin İncirlik Üsleri'nin havaya uçurulm vasıtasıyla Türkiye de bir şekilde konuya girmiş oluyor. Adana Havaalanı'nda Arap takkeli tiplerle bir Arap ülkesi imajı verilmesi beni rahatsız etti. Tabi "uçaktan Araplar da iniyor olabilir" düşüncesi ne derece bizim millet dışında akla gelir bilemem.


"O, ABD istihbaratının yeryüzündeki en iyi adamı, yakınındaki kimsenin hayatta kalamadığı, tehlikeli bölgelerde görev yapan bir ajandır. Roger Ferris (Leonardo DiCaprio) son gizli görevinde ifşa olan sahte kimliğinden başka kimliği olmayan, hayatını güvenli telefon hattının diğer ucundaki duygudan yoksun sese emanet etmiş biridir.

CIA’in kıdemli elemanı Ed Hoffman (Russell Crowe) lüks bir semtteki evinin oturma odasındaki dizüstü bilgisayarından, başının üzerinden geçen mermilerden korunmak için siper aldığı sırada dahi Ferris’in hareketlerini dikte ederek savaş yönetmektedir. Ortaya yeni çıkmış bir terörist lider, dünyanın en iyi istihbarat örgütlerini atlatarak dünya çapında bir bombalama kampanyası başlatmıştır. Onu kandırabilmek için, Ferris’in yeraltı finans örgütleri ve umutsuz şehitler arasına sızması, bunu yaparken de Ürdün Özel Operasyonlar Birliği’yle eğreti bir işbirliğine girmesi gerekecektir. Görevi onu Irak, Ürdün, Washington ve Dubai arasında getirip götürecektir. Ama Ferris, hedefine yaklaştıkça, kendini aynalarla dolu bir koridorda gibi hissedecektir çünkü müttefikler ancak son aldatmacalarında olduğu kadar iyidirler, ve güven, tüm taktiklerin en tehlikelisidir."

6 Aralık 2008

Arog: Bir Yontma Taş Filmi

Reklamlarıyla, dilden dile dolaşmasıyla o kadar çok büyüdü ki Arog gözümde, beklentim çok çok büyük oldu. Son ana kadar sabırsızdım diyebilirim. Zaten çok kalabalık bir arkadaş grubuyla gittik; herkes heyecanımı paylaşıyordu.


Herkes birşey konuşuyor, yazıyor. Genelde böyle durumlarda hep hayal kırıklığı olur; ama Cem Yılmaz'ı sıradışı tutuyordum. Güldüm, ilgiyle izledim, özel efektlere bayıldım; ama Gora kadar gülmedim. Kurgu da zayıftı Gora'ya göre. O hiçbirşeyi beğenmeyen eleştirmenlere hak vermek zorunda kaldım. Hani film iki saat yerine bir saat olsaydı, hiç durmadan gülerdik gibi geliyor Gora'daki gibi. Yine de dilimize plesenk olacak espriler, anlatılacak skeçlerle dolu.
Bu arada ilk gün (5 Aralık 21.30 seası) olması sebebiyle ilk defa Emek Sineması'nı bu kadar kalabalık gördüm. İstanbul Film Festivali'nde bile böyle olmuyor. İzdihama ramak kalmış. Kantin de, tuvalet de (1 YTL) hayatının işini yapıyordu sanırım. Ortada da iki haftalık tüm biletler satılmış dedikoduları dolaşıyordu.
Anlamadığım bir şekilde rahatsız bir gösterim oldu: Renkler canlı değildi, alttan üstten görüntü perdeye tam oturmuyordu. Ses, boğuk ve ara ara yankılı geliyordu. Oysa daha önce çok film izledim Emek'te, hiç böyle olmamıştı. Bu güzel salon, hemen bu konuya bir el atmalı.



"G.O.R.A gezegeninde tutsak olan Arif'e büyük kin besleyen Komutan Logar, onu zaman makinesiyle bir milyon yıl öncesine gönderir. Taş Devri insanları, dinozorlar ve prehistorik kuşların yer aldığı AROG'da Arif'in yeni maceralarını izleyeceğiz."

Issız Adam

Herkesin film müziklerini diline doladığı, repliklerini Facebook statüsü yaptığı Issız Adam’a sonunda gittim.
“Sen dizime yattın. Ben bir hikaye anlattım ve sen büyüdün.“

Çağan Irmak’ın duygusallıktaki başarısı da bu filmde yine safhada. Salondan çıkarken ağlayan hanımkızlarımıza çarpmamaya dikkat ederek çıkmak gerekiyor.
“Şu an karın ortasında donmak üzeresin. Tatlı bir sıcaklık hissediyorsun; ama aslında ölüyorsun.”
Herşeyin dışında, esasoğlanın annesini oynayan teyze, hepimizin annesi sanki. Hem de o nasıl bir oyunculuktur, düz yazı olsa “yapay” gelecek o didaktik düşünceleri, nasıl da ustalıkla hem hareketlerine, hem diline yediriyor. İki kere bravo! (Bilmiyorum tabi dublaj da kendisinin midir)
Nil Karaibrahimgil’in şarkısındaki gibi sorasım geliyor: “Modern zamanlarda aşk... Bu mudur?” Galiba budur. Ah şu evlilik telaşesi, mavi mi, gerekli mi, gecikmeli mi? İzlememek kayıp olurdu; ama yumrusu kalbimde duruyor hala.

"Alper 30lu yaşlarda, gurme sayılacak düzeyde yemek kültürü olan kendi restoranının sahibi iyi bir aşçıdır. Lüks yaşamayı seven, işinde başarılı ama özel yaşantısını her gün farklı kadınlarla birlikte olarak düzene koyamamış, hayatını; yaptığı yemekler, günübirlik ilişkiler, paralı kadınlar üçgeninde yaşayan birisi iken; Hayatının akışı, bir gün Beyoğlu' nun arka sokaklarında, aradığı eski plak için bir kitapçıya girmesiyle değişir.

Ada 20' li yaşlarının sonlarında, güzel, çocuk kostümleri tasarlayıp diken, Alper' in modern yaşamının aksine çok mütevazı, hayatta fazla inişleri çıkışları olmayan genç bir kadındır. Bir gün eski bir kitabi bulabilmek için Beyoğlu' nda dolaşırken Alper ile ayni kitapçıya girer. Çapkın bir adam olan Alper, Ada' nın güzelliğinden etkilenir ve Ada' yı takip etmeye başlar. Ada' nın aradığı kitabi bulmuştur. ilk sayfasına telefon numarasını yazar. Ada' nın işyerine kadar devam eden takip, Alper' in tanışma bahanesiyle aldığı kitabı Ada' ya vermesiyle son bulur. Ada ve Alper' in yaşamlarında ilk defa karşılaştıkları tutkulu aşkın ilk sinyalleri bu kitapla başlar. Alper kopamadığı özgür hayatinin içersinde Ada' ya yer açmaya çalıştıkça, yaşamının daraldığını fark eder. Aşkı ve özgürlüğü arasında kalan Alper' in sessiz çığlıklarını duyamayan Ada, kendini aşkın rüzgârına kaptırmıştır bir kere; Ve yaşam bir kere daha aşk oyununun perdelerini Ada ve Alper için açacaktır.

Issız Adam, modern hayatın yalnızlaştırdığı insanları anlatan, yemekler, anneler, eski şarkılar ve aşk üzerine bir film."

Osmanlı Cumhuriyeti

Gani Müjde’den zamanında aklımdan geçirdiğim güzel bir fantazi. Mustafa’nın üstüne filmin başı dışında bir yerde geçmeden Atatürk bu kadar güzel anlatılabilirdi. İki filmi kıyaslayanlara selam olsun; ben ikisinin de güzel, izlenmeye değer tarafları olduğuna inanıyorum. Güzel bir fantazi, ama kesinlikle iyi bir film değil. Yine de aklımdan geçmiş düşüncelerin beyaz perdede vücut bulması hoşuma gitti. Çoğu kişinin kötü demesine, sinema salonunda başta sadece dört kişi olmamıza (sonradan bir 15-20 kişi geldi ama) rağmen yine de izlerdim.

Ata Demirer’den komedi dışı bir oyunculuk görmek de ilginçti. Yer yer sanki Avrupa Yakası’ndan Volkan fırlasa da, padişah ağırlığını kaldırıyordu Ata Paşa. Vildan Atasever de yine aynı Vildan: Sempatik, çıtır ve güzel.

"Film, 1888 yılında başak tarlasında koşan ve sonra Atatürk olduğu anlaşılan çocuğun bir ağaca tırmanıp , kafesteki bülbülü alırken kafasının üzerine düşmesiyle başlıyor. Ardından filmin kararması ile 2007 yılına geliniyor. Filmde Atatürk’ün hiç lider olmaması, Kurtuluş Savaşı’nın yapılmamasıyla cumhuriyet değil Osmanlı Cumhuriyeti’nin günümüze uyarlanmış devamı anlatılıyor. Türkiye Cumhuriyeti yerine Osmanlı Cumhuriyeti’nin devam etmesi, ülkede yabancıların toprakları paylaşması, Ankara’nın başkent olmaması, padişahın olması, hükümetin AB yanlısı olması, tabelaların, plakaların hem Türkçe, hem Arapça olması, padişahın sürgüne gönderilmesi, padişahın kaftanının altında takım elbise olması gibi trajikomik hikayeler ve ayrıntılar yer alacak."

Uçurtma Uçurmadan Büyüyemezsin: Mükemmel Bir Gün

Ferzan Özpetek’in filmi olmasına rağmen aslında bir İtalyan filmi. Avrupalı bir aile dramı izliyoruz. Daha sanatsal, daha dolu dolu, daha kafa yoran bir film isterseniz tavsiye ederim. Ama beni kasmasın, yormasın diyorsanız vizyonda başka birçok Türk filmi var; bereken versin!

"Evli ve iki çocuk sahibi olan Emma ile Antonio, bir yıl önce ayrılmışlardır. Antonio, beraber yaşamış oldukları evde artık tek başına oturmaktadır. Emma ise, çocuklarını da alarak annesinin yanına yerleşmiştir. Bir akşam, Antonio’nun dairesinden silah sesleri duyulur. Komşular tarafından çağırılan polisler kapıyı kırarak daireye girmeye hazırlanırken; Mükemmel Bir Gün, o ana kadar geçen son 24 saati anlatır bizlere."

Türk Filmleri

Türk filmlerini mümkün olduğunca gişede desteklemek gerektiğine inanıyorum. Özellikle de iyi filmse. Özel efektler vb özel bir durum yoksa yabancı filmleri evde DVDden izlemeyi de tercih edebilirim; ama Türk filmlerini muhakkak sinemada izlemek lazım.
Önümüzdeki birkaç post'um Türk filmleri olacak.
Elbette sinemanın yerini hiçbirşey tutmuyor :)

3 Aralık 2008

E-Kurban: Kurbanınız Tek Tıkla Kapınızda!

Hem de Migros güvencesiyleymiş. SMS'in yalancısıyım. İlk yorum "Danayı kapıya mı getiriyorlar?" oldu. Danaya Gir application'ı da var mı acaba? :)
395 YTL (KDV dahil), Cardfinans'a da peşin fiyatına 8 taksit. E konsepte uygun oldu mu şimdi?

1 Aralık 2008

Girişim Günleri: Muhteşem İki Gün ve Gerçekleşen Şaka!

Fikir zaten yeterince heyecan vericiydi. İnsanlar da yeterince heyecanlı. 50 küsür genç, gözler pırıl pırıl, havada uçuşan/çarpışan/kaçışan fikirler... Kadir Has'ı mesken tutmuş. "48 saatte yepyeni bir projeden, çok ortaklı yepyeni bir şirket kurulabilir mi?"nin yanıtını arıyorlar.

Cumartesi sabahı pek de kalabalık yokken, yavaş yavaş şehrin dört bir yanından (bunun yanında şehirdışı ve yurtdışından bile) gençler Cibali Kampüsü'ne doğru yol alıyor. Üçer beşer içeri girip "şirket sözleşmesi"ne imza atıyorlar: Şaka gibi!

Fikirler sunuluyor, oylama yapılıyor. Sıradışı bir fikir öne çıkıyor ve herkes uzmanlık alanındaki gruplara dağılıyor. Sistem yer yer gecikmeli, yer yer tıkır tıkır işliyor. İkinci güne geçiliyor.

Gece uyumayıp çalışanlar, akşamdan kalanlar (!), alık alık/cin gibi bakanlar yine bir arada. Alınan yol hesaplanıyor. Sevsek de sevmesek de brokolinin gücüyle zihinler, kahvenin gücüyle gözler açılıyor. Deadline belirlenip şevkle çalışmalar sürüyor. Arada kulisler, kızanlar, çoşanlar, somurtanlar, şımaranlar (!)...

İki gün sonunda inanılmaz birşey: Çalışan bir sosyal medya projesi, PR&Marketing planı yapılmış, iş modeli, finans planı aşağı yukarı oluşturulmuş, grafikleri&yazılımı kütür kütür karşımızda... Yahu basın bülteni, webadresi, beta sitesi, üç boyutlu animasyon reklam filmi bile hazır! "Nasıl olur?" derdim orada olmasaydım. E biraz da gururluyum, o ekipte az çok tuzum var.

Hani şakaydı? E yönetim kurulu da seçildi. Hisse sertifikaları basılıyor, İngiltere'de limited şirketi kuruluyor... Hatta ötesinde türlü entrikalar, kavgalar, kaprisler, küsmeler, barışmalar yaşanıyor: Tam bir iş dünyası simülasyonu.


Trendomedia'nın ortağı iki Türk (Ferit Demir ve Şaban Daşgın) ta Almanya'dan bu işi organize etti, yerli yabancı (ama Türk kökenli) sponsorlar desteğinde muazzam bir iş başardı. Ardından da müjdeyi verdiler: İzmir ve Ankara ayağı da olacak. Üstüne İstanbul'da yenileri düzenlebilir.

Kazanılan tecrübeler kullanılır ve sistem iyileştirilirse harika modeller, girişimler çıkacak. Umuttan çok daha fazlasını sağlayan ve bu atmosferi yaşatan o 50 yeni arkadaşıma, organizatörlere, destekleyenlere, Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Kulübü'ne bir kez de buradan teşekkür ederim.

Resimler: http://www.sinanata.com
Basın Bülteni http://on.girisimgunleri.com/gg_bb.doc
Etkinlik hakkında:

http://www.girisimgunleri.com
http://www.abvizyonu.com
http://www.maxihaber.net

Bilişim Teknolojileri Zirvesi 2008 ve İTÜ

Geçtiğimiz Cuma, İTÜ Ayazağa Kampüsü Süleyman Demirel Konferans Salonu'nda gerçekleşen BTZ 2008'in sponsoruydu Üniaktivite. Ne var ne yok diye Cuma günü uğradık. Programından biletine, standlarından catering'ine İTÜ'lüler harika bir iş çıkarmış. Etohum kısmından sonra iş yoğunluğu sebebiyle kaçmak zorunda kaldım. Cumartesi de Girişim Günleri'ne katılmak için de gidemedim, ama güzel geçtiğini öğrendim.
Ayrıntılı bilgi: http://www.uniaktivite.net/aktiviteler/8696/itu_de_bilisim_teknolojileri_zirvesiBu arada yemekhane dolaylarını ararken kampüsün epey geliştiğini de gördüm. Boyner herşeyin indirimli olduğu bir kampüs şubesi açmış. Genç olmaya çalışan duvar yazılı/grafitili tasarım çok alışveriş yapma hevesi uyandırmasa da, fiyatlarla bu durum dengelendi. Gnçtrkcll'liye de ekstra %15 indirim daha var. Öğrencilerin dışında yetişkin tipler de bunlardan faydalanmak istemiş :)Vallahi iki tabağı da ben yemedim :) Kampüs adlı mekanda (kantin/yemekhane formatından çok bildiğimiz restaurantlar görünümünde) kaşarlı sosis, kampüs burger gibi fastfoodların yanında salata, makarna gibi yemekler de satılıyor (aslında bunlar da fastfood'a girer herhal). Hani servis görünüm güzel de, lezzet için daha çalışmak lazım sanırım. Sosislide herhalde klasik, lezzetsiz tost kaşarı vardı. Oysa daha karakterli (cheddar, mozarella vb) kaşarlar ile daha lezzetli hale gelebilir. Neyse canım, f.f. adı üstünde, çok tartışmamak lazım, sonra BTZ'yi bu kadar konuşmadım diye kızacaklar. Yedim gitti :)

Rex Richardson & Okan Ersan @ The Hall

Rex Richardson & Okan Ersan Project'in konseri The Hall'daydı. Ekipte bu iki harika müzisyene Volkan Öktem, Eylem Pelit, Levent Altındağ ve Çağrı Sertel gibi süper müzisyenler eşlik etti. Ghetto & Balans karışımı diyebileceğimiz mekanın servisi düzgün, fiyatlar gayet makul düzeyde. ABD'li ünlü caz trompetçisi Rex Richardson ve alanında iyi tanınan gitarist Okan Ersan'ın bestelerinin birlikte çalındığı konsere katılım da oldukça iyiydi.

http://www.thehallistanbul.com/
http://www.rextrumpet.com
http://www.okanersan.com/

Reklamcılar Tahtaya


22 Kasım'da Bahçeşehir Üniversitesi'nde 22. Reklamcılar Tahtaya etkinliğindeydim. Normalde erken saatte başlayan haftasonu etkinliklerinde potansiyel 'akşamdan kalma' durumları olduğu için ara ara ya çok sıkılırım ya da uykum gelir. Bu etkinliği pür dikkat dinledim. Çok eğlenceliydi.
Seri halde bilgi bombardımanı yapan Ali Poyrazoğlu, sert ve sıradışı fikirleriyle çok şey öğrendiğim ve çok beğendiğim Hulusi Derici (Marka), Kırmızı Ödülleri'nin ne olduğu dışında pek birşey öğrenmediğim Gürül Öğüt, "krizde pazarlama ve reklam" konusu ve eğlenceli üslubuyla Prof. Dr. Ali Atıf Bir ile devam eden gün, samimiyetiyle ve röportaj tadında geçen sunumuyla Tolga Çevik'le son buldu.


Bu arada Bahçeşehir de üniversite olarak harika olmuş. Amerikan filmlerindeki güzel kolejlere benziyor. Stüdyoları, teknolojik atmosferi, Fazıl Say'a adanmış konferans salonu, çıkıştaki gazetesinin özel bürosu dikkat çekici. Yazın da bahçesi pek güzel oluyor, denize nazır. Tabi Beerpoint gibi stratejik noktalara yakınlığı coğrafi önemini de artırıyor :P

http://www.uniaktivite.net/aktiviteler/8691/22_reklamcilar_tahtaya

28 Kasım 2008

Harbiye Dolayları

Divan Otel daha yeni dimdik duruyordu. Ne oldu anlamadan gördüm ki terör saldırısı geçirmiş bir halde. Tez vakitte de tamamlarlar şu mucizevi hazır beton teknolojisiyle. "Kriz sırasında hazır pek iş yokken restorasyonu aradan çıkaralım dediler" anlaşılan. Divan Otel'in sitesinde de ilgili link çalışmıyor.

Anadol hala şehirde :) Taşrada modifiyesini bile görmüşlüğüm vardır.

27 Kasım 2008

Steakhouse: Burger King Gibisi Yok

BK'deki son favorim şu Steakhouse Burger. Steakhouse, ızgara et lokantası anlamında. Şahane bir olay. Whooper yerine bir süre bununla devam etmeli (elbette kraldır kendisi, ama "papaz her zaman pilav yemez" :)

İlginç bir şekilde içindeki çıtır kaplama soğanları "Çökertme" kebabına benzettim :) Bizden fikir mi ithal ediyorlar ne. Ama acayip lezzetli.
Resmi tanıtım şöyle:
"Yepyeni bir tad yepyeni bir lezzet Burger King® Restoranları’nda sizleri bekliyor!

Zengin ürün çeşitliliği ve lezzeti ile akla ilk gelen markalardan biri olan Burger King®’in yeni ürünü Steakhouse Burger ile farklı bir lezzet dünyasının kapılarını aralamaya hazır olun.

Burger King®’in lezzetini bilen bilmeyen Steakhouse Burger’a bayılacak!

Özel hamburger ekmeği, çıtır kaplamalı soğanı ve özel steak sosu ile Steakhouse Burger doyurucu ve karşı konulmaz lezzette…Biftek tadında, farklı ve yüksek gramlı doyurucu eti ile de diğerlerinden çok farklı…

Burger King® kalitesi ve lezzetinden vazgeçmem diyorsanız, Steakhouse Burger’ı mutlaka deneyin. Pişman olmayacağınız gibi bu yeni lezzetin tutkunu olacaksınız. "


Bu arada BK-6 Pack'ı İngiltere'de yemiştim. Orada altı parçadaki et çeşitleri farklıydı. Bizde sadece dana eti kullanılmış. Çok da sarmamıştı. Whooper'a devam... Bu aralar Steak tabi.

Mc Donald's GNÇTRKCLL ile kurtuluş umudu araya dursun: Burger King gibisi yok :)

21 Kasım 2008

Tmax Çözünebilir Poşet Çay

Ülker'in iddialı reklamlarla tanıttığı poşet çayı, sırf meraktan binlerce kişi deneyecek. Bunların başında gelmemem kaçınılmazdı tabi ki :)

Tozşeker gibi birşeyi, sıcak suyla karıştırıyoruz ve mis gibi demli görünümlü çayımsı içecek elde ediyoruz. Hep "gibi" bir ifade kullandım, çünkü pek de o tad, o koku yok. Ama görünümü tutturmuşlar. Sıradışı bir yenilik olmazsa, demlik çay da bulamazsam Lipton'a devam.

Bardak başı şekerli olanı (2si 1 arada) 31,6 kalori, sade olanı 22. Elmalısı falan çıkacakmış. Oraletgillerden olacağı için daha mantıklı geldi bana.

Bu arada üzerinde yazan www.tmax.com.tr çalışmıyor. Onun yerine www.ulkertmax.com'u buldum.

20 Kasım 2008

Ebru Şallı yemek programı yapıyor

Resmen hayallerim yıkıldı.
Öğle yemeği zaplamamda Kanal 1'de rastladığım programdaki yemek yapan konuğu görünce şoke oldum.Yemek yapanın konuk değil, programın sahibi olması ise bambaşka bir dumur yaşattı. Ebru'nun Mutfağı adlı programda yıllardır ağzımız açık izlediğimiz manken Ebru Şallı, artık "o işlerden elimi eteğimi çektim, elimin hamuruyla program yapıyorum" modunda TV'deydi. Ah Ebru ah...
Tanıtımı ise şöyle: "Ebru Şallı’nın Türk ve dünya yemeklerinden seçkin ve sağlıklı örnekleri sunduğu programda Şallı, birbirinden ünlü konuklarıyla, sağlıklı beslenme, spor, çocuk bakımı ve beslenmesi, hamilelikte yapılması gerekenler, yemek kültürü vb. konular üzerine Kanal 1 izleyicilerine renkli ve keyifli bir mutfak sunuyor."

17 Kasım 2008

Avatarium - Bir Tüketici Paradoksu

Dün, İstanbul Dijital Kültür ve Sanat Vakfı’nın ev sahipliğinde, City’s Nişantaşı'nda, İngiliz sanatçı Paul Sermon tarafından gerçekleştirilen etkileşimli video yerleştirmesi "Avatarium" adlı çalışmayı sergilendiği son günde izleme fırsatı buldum. Bu konuda dünyada gerçekleştirilen bir çalışmanın ilk örneğini oluşturuyormuş.


Olay Second Life'taki sanal yaşamın, alışveriş merkezindeki gerçek yaşamla biraraya gelmesi. Paul Amca şöyle anlatıyor: "Bu, aslında daha çok Second Life ile ilgili bir olgu. Aslında paradoks, bu içinde yaşadığımız hayat ile Second Life'taki sanal yaşam arasında pek bir farkın olmayışı. Aslına bakarsanız sanal alemde yaşadıklarımızla gerçek hayatta yaşadıklarımız birbirine çok yaklaşmış bir durumda. 90'lı yılların başından beri video ve video konferans gibi yerleştirme çalışmaları yapan bir medya sanatçısı olarak gerçekte iki ayrı yerde bulunan iki kişi ya da objeyi üçüncü bir uzayda bir araya getirmeye çalışıyorum."

Ayrıntılı haber: http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=22376

Yukarıdaki videoyu bir arkadaşım, yayınlanan büyük ekranlardan birini 26 sn boyunca sabit çekmeye çalışarak cep telefonumla çekti. Bu sırada ben önce telefonun önünden geçerek kameranın önüne geçtim, ardından geri dönüp tekrar geçtim (bu iki durumda da ekranda çıktım). En sonunda telefonun yanında dönüp "Ok!" işareti yaptım. Sonra bu videoyu kendimce Jet'in Are You Gonna Be My Girl şarkısı üzerine montajladım. Eğlenceli bir çalışma oldu :)

Geleceğin Mesleği: Girişimcilik


8 Kasım'da Üniaktivite.net organizasyonuyla, Kadir Has Üniversitesi Ekonomik Kulübü desteğiyle (ki ne destek, şahane çocuklar) Bahçelievler Belediyesi'nde gerçekleşen eğitim ile ilgili daha önce yazma fırsatım olmadı. 300 civarı katılımcıyla gerçekleşen etkinlikte, herşey tıkır tıkır işledi ve sorun yaşanmadı.
Kahve arasında bir arkadaşım durduğum masaya gelip "hangi bardağın senin olduğunu tahmin etmek hiç zor değil" dedi. Farkedince fotoğrafını çektim; ama çikolatayı yiyen ben değilim :)

15 Kasım 2008

Cafe Nero, Nişantaşı

Yıllar önce ortaokula (Nişantaşı Nilüfer Hatun İlköğretim Okulu) giderken yolunu sık sık aşındırdığım pasajın hemen yanında konumlanmış Cafe Nero’ya ilk ziyaretimi dün gerçekleştirmiş oldum. Dar ön cephesi ve koridor üzerinde konumlanmış tezgahıyla selfservis hizmet veren Cafe Nero’nın arka kısmı nispeten daha ferah bir bölüme açılıyor. Ferahlık tasarımdan geliyor elbette, pencere veya bahçesi yok. Yine de içeride sigara içmeye izin verilmesi şaşırtıcı.

Fiyatlar sanırım Starbucks’ın biraz altında. Tatlılar ve sandviçler de daha bir çeşitli gibi geldi. “An Italian Coffee Company” olarak hizmet veren Cafe Nero’nun soğuk sergilenen bölümünde çok çeşitli paniniler, sandviçler, buzlu/milkshake’vari meyve suları yeralıyor. Yiyecekleri isterseniz ısıtıyorlar.

Orta boy sipariş verdiğim Cafe Mocha oldukça büyüktü. Hazırlamayı da kasiyer kızın yapması ilginç ve bekletmesi sıkıcı geldi. Herhalde yoğun saatlerde iş bölümü yapılıyordu. Ama lezzeti ve Gloria Jeans’teki gibi seramik bardaklarda servis hoşuma gitti. Mozaik pasta pek sarmadı; hatta biraz bayat olduğundan şüpheliyim.

Dekorasyon, basit, İtalyan stilinde olmasına rağmen o Starbucks, Gloria kalitesi yok. Nişantaşı, Rumeli Caddesi üzerinde insan daha fazlasını bekliyor.

Aslında Roma’da, Floransa’da hiç Cafe Nero gördüğümü hatırlamıyorum. Arkadaşım da hatırlamıyor. Oysa İngiltere’de birkaç tane gördüğüme eminim. Sanırım Almanya’da da vardı. Bu da ilginç geldi; acaba İtalyan imajını mı satıyorlar?

Bulaşığın fotoğrafı çekilir mi, diye sormayınız. Bardak ebatı anlaşılsın diyerek geç kaldığımı çaktırmamaya çalışıyorum.

Biri bana şu film karesinin hangi filme ait olduğunu hatırlatsın lütfen. Duvarı kaplıyordu kocaman, Spiderman'deki ablamız oynuyor:

Dilek Pastanesi, Taksim - Filtre Kahve

Dün bir toplantı için Dilek Pastanesi'ndeydim. Pizzaları pek hoşuma gider. Türk işidir, güzeldir. Ama filtre kahveleri olmamış. Bir de şu "french press" olayını pek seviyorum, onda da getirmemişler, iyice soğudum olaydan. Yine acıkınca koca hamburgerleri ve pizzalarıyla takılmak, yanına bildik kola almak en iyisi herhalde.
Bu arada kış bahçesi kapalı alan olmasına rağmen sigaraya izin veriyorlar, bu da eksi puan.

Gloria Jean's, Taksim - Framboaz Jöleli Tatlı

Aslında asıl adı "Framboaz Jöleli Tatlı" değil, ama şu an hatırlayamadım. Hazır cafe'lerden hızımı alamamışken ekleyeyim dedim. Hem lezzeti, hem görüntüsü harika. Fotoğrafta ben bıçakla dilimledikten sonraki halini görüyorsunuz :) Aslında birleşikken de pek güzel görünüyor. Kahveyle uyumu harika.
Başka çeşitleri de tez vakitte tadılmalı.

The House Cafe, Teşvikiye - Sakızlı Türk Kahvesi

Teşvikiye Cafe’nin hemen aşağısındaki köşeye konumlandırılmış The House Cafe pek güzel, tavsiye ederim. Kaynağının İzmirli bir Türk Kahvesi ustası olduğunu duyduğum Sakızlı Türk Kahvesi de tadılabilir. Çeşme’de Sakızlı Muhallebi, Sakızlı Dondurma falan yediyseniz, Türk Kahvesi’yle birleşince nasıl bir tad olduğunu tahmin edebilirsiniz. Nadiren değişiklik olsun diye içerim, ama yokluğunda pek arayacağımı sanmıyorum.

Cafe Crown, Etiler

Otoparkı olması avantajıyla talebi yüksek olan Etiler Cafe Crown, Ülker’in 3ü1 Aradasının adı olmaktan epey öteye geçmiş. Servis muazzam, çalışanlar oldukça nazik, ilgili. Boğazlarımdaki hafif rahatsızlıktan dolayı Jasmin Gold (Yaseminli Yeşil Çay) denedim. Dışarıda çay içerken en hoşlanmadığım durum, sallama poşet çayın servis edilmesidir. Burada oldukça özel bir demlik içinde, özel çay yaprakları bulunuyor. Bardak büyüklüğü, demliğin konulacağı tabak servisi başarılı. Çay, çok güzel. Özellikle yeşil çayı faydaları için içiyor, ama tadını beğenmiyorsanız yaseminlisini denemelisiniz.

Elma Tarçın çayı da iyi bir karışım olmuş. Ne elma, ne tarçın baskın çıkıyor. Güzel bir karışım. Servis edilişi de aynı şekilde.

Rumeli Caddesi’ndeki (Nişantaşı) Cafe Crown’dan servis, dekorasyon ve ferahlık olarak oldukça üstün. Menüler sanırım aynı. Filtre kahvelerdeki çeşitlilik de göz dolduruyor.

10 Kasım 2008

İsmet Bahçevan Sofrası, Fatih

En lezzetli yemekleri hep salaş tabir edilen, çok da hijyenik gözükmeyen yerlerde yedim. Neyseki kılı kırk yaran, hijyen tutkunlarından değilim de bu lezzetlerden mahrum kalmadım. Tabi yirmi yıl sonra bu rehavetim yol, su, elektrik, böbrek yetmezliği, damar çatlaklığı olarak dönmezse :) Mekan kardeşimin yıllardır bayıla bayıla yediği, bize de yedirdiği efsanevi "Sur Kebabı"nın da (bir ara onu da anlatırım) satıldığı Kadınlar Çarşısı'ndaki (bazı konularda çok ümitli olmamak lazım) "Damak Zevki Anlatılmaz Yaşanır" sloganlı İsmet Bahçevan Sofrası. İsmet Abimiz kasanın başında elinde kumanda maç olsun, Kurtlar Vadisi olsun keyifle zaplamakta. Anlaşmalı otoparka aracınızı bırakmanız da ücretsiz.
Bir toplantı için seçilebilecek en ilginç yerler kategorisinde zirveye oynayan bu lokantada, öncesinde yemek yediğim için sadece içli köfteyi tatma fırsatı buldum. Şahaneydi, tadı kıvamı. Yanında da kepçeyle içilen bol köpüklü bir ayran geldi ki şerbet mübarek :) Ama "süt için, süt içirin" reklamlarındaki beyaz bıyıkların köpüklü versiyonunu bırakıyorsunuz. Aşiret Kebap gibi spesyallerini de en kısa sürede tatmayı planlıyorum.

Turkcell'den Avea'ya SMS tacizi devam ediyor

Bu aralar şu numara taşınabilirliği konusuna takmış durumda gözükebilirim; ama inanın her yerden gelen bombardımanın yavan etkisi, bende sorun yok :)
Az önce Turkcell, Avea hattıma ikinci SMS'ini attı:

"Numaranızı Turkcell'e taşıyın, 6 ay boyunca 10 YTL'ye Turkcell'lilerle ayda 10 saat ücretsiz, diğer yönlere 10 Ykr'ye konuşun. Sizi en yakın bayimize bekliyoruz."

Hakikaten güzel kampanya gibi duruyor. Peki ya eski Turkcell'liler? "Haftada iki gün bedava" kampanyasıyla ağzımıza yılbaşına kadar çalınan 64 saatlik bal bunu karşılar mı? Yoksa gidip ekstra Avea hat alıp Turkcell'i öyle mi arayalım? :)

Bakalım daha neler göreceğiz...

7 Kasım 2008

Avea'dan Numara Değişme Spam Mail'leri

Gün içinde telefonla taciz kampanyası yapan Avea, çalışmalarına spam mail ile devam etti. Mailımı nereden buldular bilmiyorum; ama birkaç farklı mailıma gelmesi, spam olduğunun ispatı.

İşte gelen spam mail örneği:

Numara Taşınabilirliği 9 Kasım'da başlıyor. Bu çok özel günde Şaşkınbakkal Avea Hizmet Merkezi'nde cep telefonları, formalar, Fenerbahçe-Galatasaray maç biletleri, Müzikİndir CD'leri ve Demet Akalın, Hande Yener, Teoman, Yavuz Seçkin, Peker Açıkalın ile tanışma fırsatı seni bekliyor.

Ayrıca Taksim Beyoğlu ve Ankara Tunalı Hilmi Avea Hizmet Merkezleri'nde forma ve Müzikİndir CD'si kazanma fırsatı yakala.

9 Kasım'da hem kaliteli iletişimle ve avantajlı Avea tarifeleriyle tanışmak hem de doya doya eğlenmek için Avea Hizmet Merkezleri'ne davetlisin.

Haydi, sen de numaranla gel Avea'ya konuş doya doya!

Çekilişsiz kurasız, Avea'dan herkese hediye!

- 5 numara taşıyana 1 adet cep telefonu
- 4 numara taşıyana 1 adet Fenerbahçe ? Galatasaray maçı Fenerium Üst tribün bileti
- 3 numara taşıyana 1 adet 4 büyüklerden dilediğiniz takımın taraftar forması
- 2 numara taşıyana 1 adet Fenerbahçe ? Galatasaray maçı Migros tribün bileti
- 1 numara taşıyana 1 adet Müzikİndir CD'si

* Hediyeler stoklarla sınırlıdır. Numara Taşıma işlemi hattın sahibi veya onu temsile yetkili kişi tarafından yapılabilmektedir. Yakınlarınızla birlikte ilgili hizmet merkezlerine gelip bu promosyondan yararlanabilirsiniz.

Numara Taşınabilirliği: Avea'nın Rövanş Atağı

Turkcell'in "Gel Bana" SMS Tacizi'nden sonra Avea da direkt Turkcell numaramdan arayarak bilgi vermek istedi. "İlgilenmiyorum, teşekkürler" diyerek 5. saniyede durumdan kurtulabilir veya 5 dk kendileriyle tartışıp ikna olabilirsiniz.
Bu arada artık Vodaphone reklamlarından sonra da Numara Taşıma hadisesi duyuruları görmeye başladık. Onlar da artık oyuna dahil olduklarını belirtiyorlar. Bakalım taciz sms veya çağrıları olacak mı?

4 Kasım 2008

The Marmara Hotel, Taksim & Boğaz

Geçen hafta boyunca, bir organizasyon sebebiyle her gün The Marmara'daydım. İşin keyfi bir yana Restaurant katının (20. kat) ve toplantı salonunun manzarası da ayrı bir keyifliydi.
Restaurant katı İstiklal Caddesi'nin başından, Metro, Taksim Parkı, AKM ve aşağısında Boğaz'a kadar hakim. Ufak bir de video çektim telefon ile:



Toplantı salonu ise olağanüstü bir Boğaz manzarası sunuyor; insanın ufku açıldıkça açılası, çalıştıkça çalışası geliyor :) Ama çekmeyi unuttum :/

3 Kasım 2008

Turkcell'in "Mustafa" sponsorluğu olayından kurtulma çabası

Word Of Mouth'un gücünü bir kez daha gördüğümüz olay da "Mustafa" filmi oldu. Konu "Atatürk" olunca elbette çok dikkatli davranmak gerekiyor. Herkesin hassas olduğu bir konuda atılan her adım önemli.
Daha önce Facebook'ta "MUSTAFA BELGESELİNE SPONSOR OLMAKTAN KORKAN turkcelli KINIYORUZ" adlı bir grup davetini şu açıklamayla geri çevirmiştim:

Erdem Genç 29 Ekim, 16:16'Da
Sadece yorum yazmak için üye oldum; birazdan gruptan ayrılacağım:
"Mustafa" filmi Atatürk'ün kendisi değildir, ticari bir projedir. Bu durumda "Ulu Öndere Sponsor Olmama" gibi bir durum söz konusu değildir. Bu bakış açısı Yüce Atatürk'ü ticari çıkar amacıyla kullanmakla özdeşleştirilebilir (veyahut tam tersi). Bu sebeple tehlikelidir. Turkcell'in değerlendirmesi de ağırlıklı ticari olmuştur görüşündeyim. Filmin basın gösterimine işlerim sebebiyle katılamadım; ancak bugün izleyeceğim. Umarım layığıyla yapılmış ve ticari olarak da başarılı bir iş olur da bundan sonra benzer yapımlarda Turkcell sponsor olur.

Sonrasında işler gelişti, başka başka gruplar da açıldı ve Turkcell'in protesto edilmesi sürdü. Şirket kendini savunmak için bugünkü anasayfasını şu şekilde yaptı:

Açıklama ise şu şekilde:
"Bazı yayın organlarında Turkcell’in ‘Mustafa’ filmine sponsor olmamasıyla ilgili çıkan haberler gerçeği yansıtmamakta ve kamuoyunu yanlış yönlendirmektedir.

Ülkemizin kurtarıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün dünya tarihinin en önemli liderlerinden biri olduğunu, hem yurt içinde hem de yurt dışında tanıtacak projeler bizi heyecanlandırdığından ‘Mustafa’ filminin sponsorluk önerisini değerlendirdik.

Çalışmalarına saygı duyduğumuz proje yapımcısıyla yaptığımız ön görüşmelerde, filmin beklentimiz yönünde Atatürk’ün liderliğini, dehasını ve kahramanlığını dünyaya tanıtmaktan çok, Atatürk’ün özel hayatına odaklanan bir film olduğunu görünce projede yer almayı tercih etmedik.

Gelecekte de, Ulu Önder Atatürk’ü dünyaya tanıtacak ve tarihin en önemli liderlerinden biri olduğunu vurgulayacak projeleri desteklemekten gurur duyacağız.

Kalbi Türkiye’ye hizmet için atan Turkcell ailesi olarak ülkemiz için çalışmaya devam edeceğiz.

Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş."


Daha önce de belirtmiştim: "Mustafa" filmi Atatürk'ün kendisi değildir, ticari bir projedir. Bu durumda "Ulu Öndere Sponsor Olmama" gibi bir durum söz konusu değildir.

Bu tarz tartışmaların kamuoyuna çıkması iki tarafa da zarar verir. Aldığım duyumlara göre Turkcell'den üst düzey bir yetkili önce sponsorluk için yeşil ışık yakmış; ardından inceleyen Kurumsal İletişim departmanı yukarıdaki açıklama nezdinde bir karara varıp vazgeçmiş. Hatta önceden yapılan harcamaları da Turkcell karşılamış ve sonra Sabancı Holding'in sponsorluğuna gidilmiş. Elbette bunlar duyumdur, gerçeklik garantisi veremiyorum. Ama konuya uygun bir tutum olarak gözüküyor.

Konunun daha fazla büyüyüp uzaması da rahatsızlık vermekte.

30 Ekim 2008

Can Dündar'ın "Mustafa"sı


Bu seneki 29 Ekim kutlamam Can Dündar'ın "Mustafa" filmiyle bütünleşti. Birçok eleştiri gelecektir. Birçok eleştiri de "Atatürk" tabusu sebebiyle gelmeyecektir.

Bu açıdan oldukça cesur bulduğum bir belgesel film oldu: Bambaşka bir Mustafa Kemal'le tanışıyoruz filmde. Kusursuz, doğaüstü bir kahraman değil, bir "insan" karşımızdaki. Eğlence hayatıyla, ilişkileriyle, en çok da "yalnız"lığıyla. Birçok az konuşulan/bilinmeyen detayın gün yüzüne çıktığı izlenesi bir film.

Dediğim gibi çok eleştirilebilir. Bazı yerler çok gereksiz detaylandırılmış, bazı konular pek üstün geçiştirilmiş denebilir. Ancak bugüne kadar böylesi özenli bir çalışma yapılmadı. Hem görmek, hem takdir etmek lazım. Gösterimden kalktıktan sonra muhtemelen en az çift DVD'lik bir versiyonu çıkacaktır ve bu versiyonda da sinema zamanına sığmayan birçok güzel detay eklenecektir.

Film sonrası Show TV'de de Siyaset Meydanı'nda Can Dündar konuktu. Ayrıca Tekfen Filarmoni Orkestrası da "resmi olmayan diğer İstiklal Marşı besteleri" konseptli projeleriyle performans gerçekleşti. Hem Can Dündar'ın film ve filmdışı Atatürk anıları, hem de gayet güzel performe edilen diğer marşlar günün atmosferini güzel tamamladı.

Bu arada film sırasında -spoiler- geyikleri de eksik olmadı:
-Filmin sonunu söylüyorum: 1923'te Cumhuriyet ilan edilecek!
:)

28 Ekim 2008

Blogger'ın Kapatılması Üzerine

Blogger ilk kapatıldığında hızla tepki verebilmek için derhal Wordpress hesabıma aktarımlar yapıp birşeyler karalamıştım. Buyrun.

24 Ekim 2008

Contemporary Istanbul '08

Sergiyi yazacakken Blogger'ın kapanması taslak halinde bulunan Contemporary Istanbul dosyamı sadece fotoğraflarla yayınlamama sebep oldu.

http://picasaweb.google.com.tr/m3works/ContemproryIstanbul08

Oldukça keyif aldığım bu sergiyi doya doya anlatamadım; şimdi de aklımda pek birşey yok. Ancak Nur Çintay A.'nın yazdıklarını okuyabilirsiniz.
O da sanırım benim gibi en çok Marck adlı Alman sanatçının video heykellerini sevdi. Çektiğim video heykel videoları da aşağıdan izleyebilirsiniz (HTC Diamond telefon ile çekildi):

Marck - Dornen - Dikenli Tellere Takılan Kız

Marck - Türk Hamamı

Marck - Frauenkiste - Sandıktaki Kadın

23 Ekim 2008

Avea Hattıma Turkcell "Gel Bana!" mesajı atıyor

Az önce Turkcell'den Avea hattıma gelen mesajla dumur oldum: "HER AY 30 DK BEDAVA! Numarasini 9 Kasim'dan once Turkcell'e tasiyanlara Turkcell'lilerle 6 AY boyunca her ay 30 DK BEDAVA! Sizi Turkcell bayilerine bekliyoruz!"

Bu reklamın etikliği tartışılacaktır. Belki de kısa süre sonra da karşı atak yapacak Avea'dan Turkcell'e de mesajlar gitmeye başlayacaktır. İlgimi çeken diğer bir nokta da Vodaphone'ın şu numara taşınabilirliği durumlarında hiç pozisyon almaması, herhangi bir reklam çalışması yapmaması olmuştur.

Avea ise aylardır sanki kendi hizmeti gibi duyurmakta ve devam edeceğe benziyor. Önceleri Avea logosuyla gazetelerde yayınlanan "Sen de gül" sloganlı karikatürlerde artık sadece slogan yazıyor ve numara taşınabilirliği esprili bir dille anlatılıyor. Turkcell de bir iki haftadır "kalite"sini, herkes tarafından malum "iyi çekme"sini önplana çıkararak bu olayı avantaja çevirmeye çalışıyor. Oysa biliyoruz ki numara taşınabilirliğinin çıkmasının önündeki engel de Turkcell'di. Bu farklı tutumdan tüketici ne kadar haberdar veya ne kadar umursar zamanla göreceğiz.

İşin bu kısmı dışında "aylık 30 dk"lık bir havuçla, "39 kontöre her yöne 500 mesaj", "her 150 kontör yüklemeye 2 saat bedava", "10 dksı 2 kontör" gibi güzel haklarımdan hiç vazgeçesim yok :) E çoğu kişinin ikinci telefonu da var artık. Bence bu operatör değişikliklerinden karlı çıkmanın en mantıklı yolu, döviz dalgalanmaları, ekonomik kriz gibi durumlarda yapıldığı gibi suların durulmasını beklemek. Ani hareketler gereksiz para ve karizma (farklı operatörde iseniz anons veya farklı çalma tonu çıkacak) kaybına neden olabilir.

17 Ekim 2008

Merit Hotel, Girne - Kıbrıs

Pazar sabaha karşı gittiğimiz -dış hatlar olması sebebiyle 2 saat erken- havaalanında, Garanti ve HSBC VIP Lounge'larında kartların yıllık aidatları için -Helal Olsun!- diyecek kadar rahatladıktan sonra, THY 06:00 uçağıyla Kıbrıs'a doğru yola çıktık.
7 sularında inişe 100 metre kala birden geri kalkıp birkaç tur atarak tekrar indiğimizde betimiz benzimiz artmıştı. Beyazlık uykusuzlukla birleşince epey garip görünüyor olmalıyız ki otel görevlileri gözlerini bizden alamayıp ilgilerini eksik etmediler.
Kıbrıs'ta trafiğin soldan akması, direksiyonların sağda olması, İngilizce tabelalar falan İngiltere hasretimi azalttı :) Zaten çok fazla İngiliz varmış. Yerel insanlarla tanışınca çok şey öğrendim Kuzey Kıbrıs hakkında. Etrafın yeşilliği pek yoktu. Geçen sene hiç yağmur yağmadığından dediler.

Neyse otele dönelim... Otel beş yıldızlı olmasına rağmen kapalı havuzu yoktu; şaşırdık. Standartlar farklı belli ki burada. Asansörle inilebilen sahildeki deniz güzeldi bu mevsimde bile. Sıcaklık idealdi. Ağustos'ta kavrulmayı pek sevmeyenlere uygun. Akdeniz'den de tuzluydu sanırım. Batamıyorsun :) Kumsal falan değildi; tam çıkarma yapmalık, birden derinleşen bir denizi var.

Casino'da bol bol makineler, oyunlar, bol bol da ikram var. Sınırsız içki servisi gece 1'de bitmesine rağmen Casino'da sabaha kadar. İlk gün para kaybedip "neyse aşkta kazanırım" derken ikinci gün kazanıp "fit" olunca nötr bir vaziyette ilerleyeceğim sonucunu çıkardım :)

Dönüşte KTHY ile döndük. Kötü bir şirket olduğunu söylemişlerdi. Oysa diz mesafesi daha da fazlaydı. Ama ikramda seçenek olmadan sandviç ve kutu portakal suyu vermeleri garip oldu... Ben salata ve zero kolamı istiyorum belki cık cık.

Genel itibarıyle çok sarmadı Kıbrıs. Başka yerlerinin de Girne'den iyi olmadığını söylediler.

http://www.merithotels.com/meritccove.htm

3ü1 Arada

En iyi 3ü1 arada tartışmasına noktayı koyan karışım :)

BMW Izgaralı Lada

Ramada'nın oradaki ışıklarda gördüm, çektim. Pek hoş olmuş :) Bizim Kırmızı Porsche'a da mı yapsak?

13 Ekim 2008

Uluslararası Engelsiz Medya Buluşması, Bilgi Üniversitesi

Bugün (12.10.08) Uluslararası Engelsiz Medya Buluşması organizasyonu için Bilgi Üniversitesi'ndeydim.


Açıklama "Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği, Bilgi Üniversitesi'nin katkıları ile bu buluşmayı gerçekleştiriyor. Medyanın engelli sorunlarının çözümünde önemli bir güç olduğunun bilincinde olarak, medyanın bu alanda önemini, yaşanan sorunları tartışacağız." Devamı: http://www.engelsizmedya.com

Biz de Üniaktivite olarak "İletişim Sponsoru"yduk. Ödül töreninde tarafımıza verdikleri ödülü Üniaktivite adına ben teslim aldım.

Worldpark Hotel, Sirkeci

Geçen gün (11.10.08) JCI Eurasia'nın organize ettiği JCI Türkiye Genel Kurulu için Worldpark Otel'deydim. Tarihi yapısı, uygun dekarosyonuyla oldukça hoşuma gitti. Daha yerel bir isim daha yakışırdı sanki. Worldpark deyince, Antalya'nın rengarenk turistik otelleri canlanıyor gözümde.
Lobiden üst katlara çıkana kadar mimarinin güzelliğine kendinizi kaptırsanız da 6. kattaki balo salonu ve roof bar basık ve havasıylığıyla olumsuz etki bırakıyor. Tabii roofbar'dan Boğaziçi'ni, balo salonunun ilerisindeki oyun salonunda tarihi camileri içkinizin eşliğinde izlerken bunu unutuyorsunuz. Sonrası "bunun votkası niye az?" diye aklınıza geliveriyor :)


Sitesinden tarihçesi:
I. Abdülhamid Külliyesi’nin yerine yapılan 4.Vakıf Han, Milli Mimarlık akımının baş temsilcisi Mimar Kemalettin Bey’in önde gelen eserlerindendir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son demlerinde modern hayata uygun iş hanlarına yoğun ihtiyaçlarını karşılamak için inşa edilmiştir. 1911’den 1926’ya kadar yapımı süren bu bina, benzerleri arasında en güzel ve en ihtişamlı olanıdır. Savaş nedeniyle yarım kalmış, İstanbul’un işgali sırasında dışı tamamlanmış, ancak içi eksik haldeyken Fransızlar tarafından “Caserne Victor “adıyla karargah olarak kullanılmıştır.
Devamı için tıklayın.

Bu arada çektiğim harika fotoğrafları da yakında paylaşırım.

11 Ekim 2008

The Marmara Hotel, Kitchenette

Dün sevgili Niko Guido ile The Marmara Hotel'in altındaki eski Cafe Marmara'nın yerine kurulan Kitchenette'te gerçekleştirdik. Kitchenette'i Kanyon'dan biliyordum; ama Cafe Marmara'nın yerine açıldığında gitme fırsatım olmamıştı. Gazete ve dergilerdeki "elden gidiyor tarih" nidalarını bir kenara bırakırsak dekorasyon, yerleşim gayet başarılı geldi. Her ne kadar Taksim'in simgesi bir mekanda, köklü ve "unique" bir mekan görmek istesem de, Kitchenette dış görünüş itibarıyle dokuyla ters düşmemiş.
Öğle yoğunluğundan sanırım, servis oldukça yavaştı (keza hesabın gelişi de). Taksim gibi insanların bir an önce işlerini halledip, hızlı yaşadığı bir yerde buna dikkat edilmeli. Macchiato istedim, Americano geldi. Ama tekrar bir gecikmeye tahammülüm olmadığından aldım; başarılıydı. Cheese Cake de gayet güzel; yanında gelen reçel hoş bir jest, ama çok da lezzetli değildi. Zaten Cheese Cake tadının kahveyle uyumunu yaşamak isterseniz, çok da bulaşmıyorsunuz. Geç kahvaltı etmediğim bir zamanda buluşsaydık yemeklerini de tatmak isterdim; ama Niko halinden memnundu :)
Yoğun olmayan bir zamanda, uğranası bir mekan.

Otelin sitesinde Kitchenette
Zincir sitesinde Kitchenette

Basariligencler.com Zaman Gazetesi'nde

Benimle de röportaj yapmış olan Basariligencler.com, geçtiğimiz hafta Zaman Gazetesi Gençlik Eki'nde yeraldı.

Tam metin şurada, benimle ilgili kısım burada:
"Sitede röportajına yer verilen gençlerin çoğu 1980 yılından sonra doğmuş. Başarı öykülerine yer verilen isimler şöyle: Abdülbaki Yavuz, Erdem Genç, Ezgi Harmancı, Ali Rıza, Efe Sıvış, Münteha Mangan, Betül Cemre Yıldız, Gökhan Okur, Tuğba Karademir, Selim Şumlu, Aykut Karaalioğlu, Emrah Kaya, Mehmet Bahadır Er, Nurettin Özdoğan, Ceren Karaçayır, Tamer Şahin, Mihraç Cerrahoğlu, Hakkı Alkan, Ozan Karakoç."

"25 yaşında 3 şirketin ortağı olan Erdem Genç de, girişimciliğini genç arkadaşlarıyla paylaşıyor. Genç, “Sürekli çabalamak, kurcalamak lazım. Sürekli bir çaba sonucunda mutlaka bir şeyler oluyor, bir sonuç alıyorsunuz. Bir de yanınızdaki insanlar çok önemli. Mutlaka sırtınızı güvenle yaslayacak iyi birer ortakla yola çıkmanızı veya en azından yakın çalıştığınız kişilerin bu şekilde olmasını öneririm.” diyor."

8 Ekim 2008

Pierre Loti - Bayrampaşa Akvaryum

Geçen gün Pierre Loti'deydik. Manzarası şahane, fiyatlar ucuz. Ama servis ve ürün kalitesi de fiyatlar düzeyini pek aşamıyor. Zamanında buraya bir turist grubuyla geldiğimde karpuzu lüle yaptıkları, orijinal bir nargile içmiştim; ama görüntü dışında pek bir güzelliği yoktu, bu yüzden tekrar gittiğimde aramadım açıkçası.
Üst taraftaki restaurantlar hem hizmet, hem ürün olarak çok daha iyi. Tabi bu fiyatlara da yansıyor. Kebaplar genel olarak güzel.
Öncesinde Bayrampaşa Alışveriş Merkezi'nde bir yemek yiyelim dedik. AVM yerine eski pasaj çarşılarının biraz daha derlenmiş toparlanmışı desek daha doğru olur. 4-5 kattı sanırım. 15 YTL alışveriş yaparsanız, otopark ücretsiz. Her katta akvaryumlar, içlerinde garip garip balıklar var.
Lokantaların görüntüsü falan pek içime sinmedi. Bari Mc Donald's'ta yiyelim demişken, sıradaki bir bayanın sorusuyla buranın diğer Mc Donald's'lardan daha ucuz olduğunu (menüde 25-50 Ykr gibi), bu restaurantlarda bölge bölge böyle farklar olabildiğini öğrendim. Havaalanları dışında böyle bir uygulama olduğunu bilmiyordum.
Oyuncakçısında da bir Honda Civic bulamadım :) Bari Pierre Loti manzarasının keyfini çıkarayım.

6 Ekim 2008

Salladur Dali Don Dali aka İstanbul'da bir sürrealist

Salvador Dali umursayıp da blogumu okumuş olsaydı böyle saçmalamamı pek takmaz, gülüp geçerdi. Hatta birileri de takıp beni eleştirseydi, beni savunurdu. Ciddiyim bak! :)

Aslında 21 Eylül'de (açılışın hemen ertesi) gitmeme rağmen yazmadım o ara. Hala da yazasım yok, zira girerken göze çarpan bir yere konulmayan audioguide'lardan almamıştım (sonradan insanlarda görünce dönüp almaya üşendim), çıkışta da hediyelik eşya satılan bölümden aldığım sergi kitabını da henüz okumadım. Biraz internet araştırması, biraz kitap okuması üstüne audioguide'ımla tadından yenmez bir Dali turu daha yapasım var. Üstüne de Emirgan'daki salaş balıkçılardan birinde tadından yenesi balıkları lüplettin mi değmeyin keyfime.


Eserler İspanya dışına ilk ve son kez çıkıyormuş, bu tarz büyüklükte bir sergi İstanbul dışında olmayacakmış, dediler ama ben böyle evimin duvarlarını süsleyen, işportadan aldığım o pek meşhur resimleri göremedim. İlle İspanya'ya mı gidelim? E birçok eseri de New York'ta falanmış. Şu bahsi geçen planlarımı yapıp bir ziyaret daha gerçekleştireyim de, bakarız artık.

İlk hafta yoğun ilgi var deniliyordu ama şimdilerde çok daha kalabalıkmış, akın akın gidenlerden duyuyorum. Neyseki daha Ocak 2009'a kadar buralarda. Sergiden kaptıklarımı yazmadım kötü esprilerim dışında, karışmayın, onlar Dali ile benim aramda!

http://www.daliistanbulda.com/


Bu arada Oyuncak Müzesi blogumda da türlü türlü marakasları tanıttığım videonun fonuna da Dali, İstanbul'a gelmeyen bir resmiyle konuk oldu. Videosu üste, detayları burada.

4 Ekim 2008

Mc Donald's Kahvaltısı... I ıh!

Bu sabah uzun süredir merak ettiğim, ama her kahvaltıda görüntüsünün kötülüğünden vazgeçtiğim Mc Donald's kahvaltılarını tatma fırsatım oldu. Egg Muffin, yumurta üstünde füme tavuktan oluşuyor; tadı tavuk köfte ve yumurtalı Sausage Egg Muffin'den daha iyi olsa da olmamış. Kahvaltılık değil, aslında herhangi bir öğünde de yiyeceğimi sanmıyorum. Hash Brown dedikleri patatesten yapılma birşey vardı menüde. İçindeki beyaz parçacıklar ve tadı lezzetsiz bir balığı andırıyor. Kahve ise idare eder -sözümona Premium Cafe'ymiş.

Fotoğrafların iştah açıcı olmaması da sevgimi yansıtıyor :)