13 Aralık 2005

Amerikan Matrix'i

Böyle eskilerden kalan yazılarımı blog'uma ekleyeyim de arşiv biriksin. Efendim bu "Alternatif Süreç Gazetesi 54.SAYI / 2.sayfa / 2/9/2004 / ERDEM GENÇ / Makale" formatıyla yayınlanmış bir yazımdır:

Son günlerde ikinci filmin gösterime girmesiyle Matrix filmi yine kendinden söz ettirmeye başladı. Önceki film, yönelttiği sorularla zihnimizi kurcalarken, kafasında bu sorularla sinemaya gidenler tatmin olmamış bir şekilde evlerine döndüler; çünkü yeni film daha çok görsele dayandırılmıştı.Ancak film üzerine düşünmek isteyenlere iki kitap, iki seçenek daha sunuldu. Bunlar Matrix Avcısı ve Matrix ve Felsefe kitapları.
İlk kitap bir roman ve asıl adı Neuromancer. Roman aslında gayet başarılı bir bilimkurgu. Yazarı "siberuzay" terimini bulan William Gibson, kitabın ilk basıldığı 1980lerde birçok ödül de almış. Konu Matrix gibi sanal bir dünyada geçtiğinden bu isimden popülaritesini kullanarak ticari çıkar elde etmek istediğini düşündüğüm yayınevi, kitabı bize "Matrix Avcısı" ismiyle sunuyor.
Bunun yanında diğer kitap, Matrix ve Felsefe ise oldukça öğretici. İsminden beklendiği gibi sadece "bestseller" olması için yazılan bir kitap değil; en azından salt ticari kaygı gütmüyor.
Kitabı Amerika'daki çeşitli üniversitelerden felsefe dalında eğitim veren onlarca öğretim görevlisi, yine bir felsefe profesörü olan William Irwin'in editörlüğünde hazırlamış. Önsöz'ünde belirtildiği gibi kitabın amacı "okuyucuları pop kültürden alıp felsefeye getirmek". Felsefeye, yani düşünmeye, düşünceye; sormaya, sorgulamaya; aramaya araştırmaya bir çağrı.
İlk Matrix filmini izledikten sonra şok olmuştum. Yıllardır kurguladığım paranoyam, sanki benimle alay edercesine aklımdan alınmış, beyaz perdeye yansıtılmıştı. Tabi ki tam anlamıyla filmde olduğu gibi düşünmüyordum, ama aklımdaki ve belki de bir çok insanın aklında bir "kıymık gibi" olan kurgusal temel aynıydı.
Günlerce bazı şeyleri düşündüm, bazı şeyleri sorguladım, bir çıkış yolu aradım; bulamadım. Günler günleri izlerken ben de filmi defalarca izledim. Sonunda arşivimde ve belleğimde en çok etkilendiğim film olarak yerini aldı.
Matrix ve Felsefe kitabını okumamla birlikte film hakkında tekrar kafa yormaya başladım. Kitabın rehberliğinde "varoluşçuluk, Marksizm, feminizm, Budizm, nihilizm, postmodernizm"1... gibi kavramları da sorguluyordum.
Bir ara aklıma ülkemiz ve dünyada yaşananlar geldi: Amerika, Irak'a bombalar yağdırıyor, TV spikeri gökyüzündeki patlamaları havai fişeklere benzetiyor, Amerikan halkı mutlak zafer kazandığını "naklen" izliyordu. Ama Amerikan halkı onlarca Amerikan askerinin öldürüldüğünü, esir alındığını bilmiyor, her gün düzenlenen suikastlerde kayıp canlarını "ağır yaralı" olarak öğreniyordu. Medya Arap halklarını düşman, savaşı haklı gösteriyor; halk saldırıyı haklı buluyor, savaş çığlıkları atan Bush'u destekliyor. Ama öksüz kalan, sakat kalan, ölen çocukların çığlıklarını duymuyorlardı.
Çünkü Amerikan Matrix'i (Rüyası?) sistem onların Irak'taki gözlerini, televizyonlarını yönlendiriyor, köreltiyor, sadece göstermek istediklerini gösteriyor. Propagandalar, haberler bunun üzerine kuruluyor.
Amerikalılar fast food (hızlı yiyecek) tüketiyor. Sağlıksız besleniyor, buna özendiriliyor. Hayat hakkında fazla düşünmeyen ve zamanından erken (ya da fazla "düşün"meyip geç) ölen, sisteme hizmet eden robotlar, programlar, köleler olmaya çağrılıyorlar. Duyularının hazları karşılandığında zihinsel hazların önemli olmadığı benimsetiliyor. Oysa "zihin olmadan beden yaşayamaz" .
Ama Bush'a kendi halkı yetmiyor. "Özgürlükler Ülkesi" diye yutturulan "Zihin Hapishanesi"nin genişlemesini istiyor. Bush kendinin bile kukla olduğundan habersiz, rolünü oynuyor. Afganistan'a saldırıyor, Irak'a saldırıyor, IMF maşasıyla Türkiye, Arjantin gibi birçok piyonu kendi tarafına çekiyor. "Küreselleşme" masallarıyla "Köleselleştirme" gerçekleştiriyor. Hepimiz McDonald's'dan hamburger yemeli, Levi's pantolonlar giymeli, varımızı yoğumuzu, Amerikan Matrix'inin, sistemin güçlenmesine vermeliyiz. Yaşama amacımız bundan başka bir şey olmamalı.
Bir çoğumuz Amerika hayalleri kurmaktayız zaman zaman da olsa. Ama en azından bu "Amerikan Perdesi"nin biraz dışından bakabiliyor olaylara ve Amerikan halkından daha aydınlığız gibi geliyor bana. Cypher gibi "Cehalet erdemdir" deyip sisteme "yüklenmeyi" mi isteyeceğiz, yoksa "mavi hapı" mı seçeceğiz?
Sistem, "gözlerimizin önüne bağlanan ve bizim aslında köle olduğumuza, hakikate kör eden" bir dünyadır. Sanatta, özellikle sinemada çoğu zaman göndermeler yapılır. Aslında bir sanat eserinin her insanda uyandaracağı duygular, düşünceler farklıdır. Matrix filmini de bir de bu düşüncelerle izleyin ve ardından Neo'nun yaptığının yapın:
-UYANIN!

Hiç yorum yok: